28 Aralık 2007

iyi seneler.......


herkese bol umut dolu, sağlık dolu ve en önemlisi huzur dolu yeni bir yıl diliyorum.

15 Aralık 2007

incilere devam :)

yemek yiyoruz. televizyon açık. toysrus ın spiderman ile barbieli reklam filmi çok ilgisini çekiyor. dalıyor. sonra da bana sarılıp " aşk bu aşk " diyor. bu durumda insan kendin nasıl hisseder :))))))))

anneanneyi evine bırakıyoruz. ikisi arabada arkada oturuyor. anneanne yorgun kafasını şöyle bir koltuga yaslıyor. benim bücürü kadının kafasını tutup kaldırıyor : " annianni kak, evdi datarsin" ( evde yatarsın)

teyze kapıdan içeriye geçiyor.
can : bana ne detirdin ?
teyze : aa unuttum
can : olsun anne almıştı !?:))

baba ve oğul puding yiyor. anne içerden sesleniyor, çünkü uyku vakti gelmiş.
anne : bitirdiniz mi ?
can : baba bitiydi. ama ben bitiymek ok .( bitirmek yok= bitirmedim :)

verdiği tepkiler inanılmaz. bu konuda gelişim süper de. başka bir konuda cm cm ilerliyoruz. şu ünlü çiş - kaka meselesi :( adama son model mini bir klozet aldım. hani en sonunda bizlere özenir de kendi de oturur diye. biraz da olsun yardımcı oldu. haftasonundan bu yana evde bez takmamaya çalışıyoruz. ancak adam o kadar inat ve bu konuda o kadar tembel ki oynarken veya yemek yemerken kesinlikle gitmiyor. dün akşam tam 5 kez üstbaş değiştirdim :(( eşofman yetiştiremiyorum. yuvada da arada bir kaçırıyormuş. ama evde iyice kendini bırakıyor. umuyorum kısa sürede çözeriz de ev daha da batmaz :)






HERKESE İYİ BAYRAMLARRRRRRRRRRRR

11 Aralık 2007

bücürden inciler..

geçenlerde de bahsettiğim gibi aslında bu blogu oğlumla ilgili her türlü gelişmeyi yazmak ve ona güzel bir hatıra bırakmak için başlatmıştım. ancak ondan çok kendimden bahsetmeye başladım. bundan sonra yazılar biraz da oğluma dönük olacak.

incilerimiz :)

teyze ile saklambaç ouynuyorlar.

teyze : " can beni bulamaz"

can :"can seni bululur"( bulur)
----------------------------------------------------------------------------

taksideyiz. yol cok kapalı ve can sıkıntısı tehlikeli boyutlara geliyor :)

pencereyi açıyor.

anne : " oğlum hava soğuk. kapatalım pencereyi."

can : " bıyak anne. nefeş alayım"



10 dakika sonra adam camdaki buğuyu gidermek için klimayı açar.

can : " aa papat klimayi ama." !!!!


sürekli dur otur diyen anneye haklı tepki :)

can : " bıktım anne senden " üstelik de yaka silkelerek :)


anneden yine anlamsız bir oyalama taktiği :

"oğlum beni ne kadar çok seviyorsun?"

" anne ben şeni şevmiyom." nasıl yani !

" anne ben takşiçi şeviyom." ben dumur :))

allahtan taksi şoförü duymadı :)))

-------------------------------------------------------------------------------------------



anneanne ile torun parka gidiyorlar. biraz da yokuş bir sokak çıkıyorlar. torun ısrarla kucak istiyor. anneanne kıyamıyor alıyor. biraz gidiyorlar.

anneanne : " ama sen artık büyüdün. yürümelisin. taşıyamıyorum seni" diyor.

torunun cevabı : " ama şen daha da böyüksün. taşırsın taşır" oluyor:)

---------------------------------------------------------------------------------------------

yine anneanne toruna boyama kitapları ve kalemleri alıyor.

torun cevap veriyor: " teşkür" :) ( teşekkür)

---------------------------------------------------------------------------------------------

adını bir türlü bulamadığı veya hatırlayamadığı hersey : o baçka bişey

---------------------------------------------------------------------------------------------

canı meyve istemiş. sesleniyor :

" anne. bana mandala vey." (mandalina :) )

---------------------------------------------------------------------------------------------

3 ay öncesine kadar konuşmalarımız çok azdı. emziğin olumsuz etkisi hadsafhadaydı. onu bıraktıktan sonra konuşması o kadar hızlı ilerledi ki, şaşıp kalıyoruz. çok ciddi ve uzun cümleler kuruyor. kurallara çok dikkat ediyor ve genelde hata yapmıyor. elbette bazı harfleri daha net söyleyemiyor ama cümleler süper. sanki daha önce kayıt etmiş, şimdi de çalıyor gibi:) konuşamaması konusunda dert yandığım herkes derdi ki, sakın şikayet etme. daha sonrasında susturamayacaksın. meğer ne kadar haklılarmış :)


7 Aralık 2007

koptum...

koptum şu sıralar yine ben.. inanılmaz sıkılıyorum. herkes, herşey üstüme üstüme geliyor sanki. mevsimden midir nedir okuduğum birçok blogda da bu hava var.

bu arada sevgili gülteinen beni sobelemiş. bakalım neymiş:)


Ben küçükken: günde bir kitap okurdum. hatta ince ise bu zaman zaman iki tane bile olurdu. anneme yalan soylerdim. o beni okulda sanırdı :) ama ben kendimi kütüphaneye kapatırdım. tabii ki almanyadaki ( ki okul döneminde orda yaşadık) kütüphanelerin buradakilerle alakası bile olmazdı. orası mini bir oyun klubu gibi de olurdu. mis gibi koltuklara yayılıp istediğim kadar okurdum. arkadaşlarımla oyun oynardım. annem aslında kitap okumama değil de, okurken kendimi kaybetmeme cok kızardı. ha bir de o dönemde taşıdıgım şişe dibi gibi gözlüklerin daha da kalınlaşmaması için çaba harcardı :)


Aslında ben: anaokulu öğretmeni olmak istemiştim. hatta lise 1 de okurken yapmak istedigimiz mesleği daha yakından tanımamız için 2 haftalık bir staj yaptırmışlardı. ama çocukları çok sevmeme rağmen bu denli sabırlı olamayacağımı farkedip bu işten vazgeçmiştim. sonra mimar olmaya karar vermiştim. ama tam o dönemde türkiyeye dönüş yapmak durumunda kaldık ve ben burdaki sınav sisteminin üzerine fazla düşmediğim için matematik sorularını es geçtim. e alamancı olunca en iyi yapacagım şey dil puanı ile biryerlere kapak atmakti. istedigim bölüm bogazici ingilizce mütercim tercümanlıktı ve puanım rahat rahat yetiyordu. ama buna rağmen istanbul üni. . çıkınca deli olmuştum. araştırınca da inanılmaz bir salaklığımı farketmiştim. sınavda almanca yerine ing. işaretlemeliymişim. üstelik bunu öğretmenime de sormuştum, o da benim yaptığımın doğru oldugunu soylemişti.. onun sayesinde cok iyi bir eğitimden oldum :(


İlk kopyamı ne zaman çektim: hiç çekmedim. ben inek bir öğrenciydim dermişim :)) ama çektim bir kere. gerçi tam olarak hangi dersti hatırlamıyorum. sanırım inkilap tarihi idi.

En saçma huyum: korkunç kinciyimdir. asla unutmam. akrep burcunun en azılı haliyimdir yani:)

Cep telefonum: ilk telefonum nokia idi. hani şu sürgü kapaklı olan türkiyeye ile giren nokia telefonlarından. nokia harici de başka marka kullanmadım. aslında cep telefonunu da ulaşmak yerine ulaşılmak için kullanıyorum. yanımda bulunsun.içim rahat olsun. ama ben pek konuşmam.

En sevdiğim bloglar: listemdeki tüm blogları severek okuyorum.

yine en sona kaldım sanırım bu konuda. sobelenmeyen kaldı mı :)

17 Kasım 2007

tuhaf insanlar...




şu son dönemlerde insanlar mı ciddi anlamda tuhaf davranmaya başladı yoksa bana mı öyle geliyor anlayamadım. ama özellikle trafikte krizlere giriyorum artık. sakin kalamıyorum.
7 senedir araba kullanıyorum. en baştan bu yana dar alana parketme dışında hiç acemiliğim olmadı, ki bunu da birkaç ay içinde çözmüştüm. yine de ben çok iyiyim diyemem veya öyle de davranmam.

ancak şu sıralar ehliyeti alır almaz deli gibi araba kullanan insanlarla doluyor bu şehir. hele ki - ben de onlardan biri olmama rağmen - kadın soförler çok daha tehlikeli olmaya başladılar. ya çok acemice kullanıyorlar ya da çok tecrübeli gibi. ha bir de yaşlı insanlar var. işte onları hiç kestiremiyorsunuz. etraflarına bakmıyorlar, daha doğrusu bakamıyorlar, ya da tecrübelerindenden dolayı çok küstah oluyorlar. bugün her iki cins ile anekdot gibi iki olay yaşadım. hem de 45 dakika içinde.

önce sahil yolunda bir dedemizle kavga ettik. bakırköy sahil yolunu bilirsiniz. zaten daracık olan yol bir de garip virajlarla doludur. sağ şerit de deniz keyfi yapan arkadaşlar içindir. geze geze 30 la giderler. ben de böyle birini sollayarak geçiyorum, ama virajdan dolayı çok da hızlı gidemiyorum.. birden arkamda inanılmaz bir korna sesi, selektörler, el kol hareketleri, bağrış çağrış bir dede. yolundan çekilmeliymişim ! nereye gideceksem ! sağımda zaten araba var ve viraj dönüyorum ! ben o arabayı sollayana kadar böyle devam etti. geçerken de bir güzel küfür etti. üstelik arabada annem ve de oğlum vardı. bu dedemizi allaha havale ettik. ama biraz sonra daha da komik bir durum yaşayacagımızı bilemezdik..

unkapanından taksime doğru ilerliyoruz .arkamda garip bir şekilde araba kullanan bir hatun. sürekli şerit değiştirip durdu ama trafik yogun oldugu için yaptığı bu hareketlerin hiç bir anlamı olmuyordu. en sonunda benim arkama geldi ve resmen dayandı. o kadar yakın gidiyor ki ben panik olmaya başladım. sonuçta oğlum arkada oturuyor. bu arada tarlabaşı bulvarını bilirsiniz. ışıklardan dolayı sürekli durmak zorunda kalırsınız. o ışıklardan birinde bu hatun yanımıza yanaştı ve camı indirmemizi işaret etti. inanmayacaksınız ama bana şunu dedi :" frene basarken lütfen arka aynanıza bakın. nerdeyse size çarpıyordum. hani benim için değil. sizin iyiliğiniz için söylüyorum ". bak bak bir de beni düşünüyormuş !! ne kadar iyi niyetli aslında ! annemin ve benim ağzım açık kaldı. maalesef o anda yeşil yandı. ya bu ne biçim iştir. bu insanlara ehliyet verirken hiç mi kural kanun öğretmiyorlar. bu insanlar, arkadan çarpmada -sebep ne olursa olsun- çarpan arabanın %100 suçlu olduğunu nasıl bilmezler. herşey bir yana, önündeki araba ile belirli bir mesafe koruması gerektiğini hiç mi söylemediler. bilinmesi gereken en standart kuralları bile bilmeyen sürücülerle dolu bu şehir. allah hepimizi korusun.

12 Kasım 2007

telaşlar ...

Yine uzunca bir ara verdik. Biraz mecburiyetten, biraz tembellikten oldu bu ara.

Yine hastalıkla uğraştık, hem evde hem yuvada doğumgünü kutladık, işler çok yoğunlaştı derken zaman korkunç bir şekilde hızla aktı gitti. Bu zamanın elimizden kayıp gitmesi zaten başlı başına bir konu. Oğlumun doğduğundan bu yana geçirdiği evreleri izlemek, benim ve etrafımdaki insanların geçirdiği değişimleri görmek beni hem üzüyor hem sevindiriyor. Öyle yüce bir devinim ki bu hayat , düşündükçe ürperiyorum. Bizler yaşlandıkça küçükler büyüyor. Bizler unutuyoruz, onlar öğreniyor. Bizler küçülüyoruz ve ölüme daha çok yaklaşıyoruz, onlar gelişiyor. Bayrak yarışında gibiyiz. Neyse bu çok derin bir konu. Daldıkça çıkamıyorum : (

Maalesef gecen haftayı yine hasta geçirdik. Bu defa da ortakulak iltihabi geçirdi. 2 gece boyunca ağladı bebeğim. Onu öyle acı çekerken görmek ve bir şey yapamamak beni kahretti. Şu son 1,5 ay içinde sırasıyla idrar yolu iltihabı, kanda enfeksiyon, bronşit ve orta kulak iltihabı geçirdi. Burnu sürekli tıkalı veya akıyor. Ara ara azalsa da sürekli öksürük var. Her türlü doktora gittik. Her defasında farklı ilaçlar haricinde bir yardımları olmadı. Sanırım eni konu genizeti alınacak.

Bu arada 7/11 da bebeğimin doğumgünü vardı. O artik 3 yaşında minik bir adam:) Hafta içi olunca yapamadık. Cumartesi kendi aramızda ufak bir kutlama yapalım dedik. Ailem ve bir arkadaşım haricinde de kimse yoktu. Bu aile ici kutlamaları nedense oğlum için çok yorucu oluyor. Hele ki hiç sigara içilmeyen ortamda sigara da içilirse mahvoluyor. Evet maalesef bir aile büyüğümüz çocuk hasta olduğu ve uyardığımız halde içti. Tekrarladığımızda da bozuldu ?! neden bazı yaşlı insanlar bu kadar egoist ve saygısız oluyorlar anlamıyorum. Bu sebepten dolayı bundan böyle sadece yuvada ya da arkadaşlarıyla kutlama yapmaya karar verdim.




Dün de yuvada ufak bir kutlama yaptık. Her biri birbirinden güzeldiler. Bayıldım. Birlikte şark söylediler. Dans ettiler. Benim bücürün - evde bize göstermese de- orda herşeye uyum sağladığını gördüm. Biz evde ona sorduğumuzda kesinlikle şarkı falan söylemiyor ya da yaptıklarını anlatmıyor. Ben de bir yerde okumuştum, ona yuvada ne yaptın diye sürekli sormayın diyordu. O ne zaman isterse anlatır. Biz de sabırla bu zamanı bekliyoruz: )




bu arada mimit ( Ümit :) ) teyzemize burdan teşekkür ediyoruz. bu güzel pastaları hazırladığı ve bu denli sabır gösterdiği için. öpüldün :)

31 Ekim 2007

ııı bilemediniz :)




benim bilmiş oğlum fal bakıyor :) daha önce önünde hiç kimse göstermediği halde teyzem eline fincanı alıp bakmaya başladığında benimkisi koşa koşa yanına gitti ve fincanın içine bakıp "aa hav hav var" dedi. işte orda koptuk :) burda hala ne var ne yok bakıyordu..

29 Ekim 2007

2. sinema denememiz..




cumartesi benim bücür ile sinemaya gidelim dedik. çocuk film festivalinin olivium’a 3 yaş için gösterimi vardı. biz geçen şubatta ilk defa sinema deneyimi yaşamıştık (bkz). ancak benim oğlan benim kadar ilgi göstermemişti. bu seferki ise kısa çizgi filmlerinden oluşuyordu ve süresi de uygun geldi bana. son dakikada salona girdik. benimkisi hemen koltuğa rahat bir şekilde yerleşti ve perdeye daldı. oh dedim, nihayet sinemaya ilgi duyacak. ilk yarı böyle geçti. ancak ışıklar açıldıktan sonra etrafındaki diğer çocukları görünce bizimkisinin filme ilgisi yine kalmadı. başladı salonun içinde gezinmeye. bir ara karanlıkta kaybolunca anne diye bağırmaz mı : ) herkes filmi mi seyretsin yoksa bizim bücürü mü takip etsin şaşırdı. karanlıkta daha fazla gezinemeyeceğini anlayınca geldi yanıma oturdu. ama bu defa da girişte hediye olarak verilen puzzle paketinin açılmasını istedi. İkna etmek ne mümkün. Paketi açtık ve doğal olarak içindekiler yerlere saçıldı. Başladık karanlıkta puzzle parçaları aramaya : ) en sonunda film bitti de kendimizi dışarıya attık.
sinemaya deli gibi meraklı olan bir annesi var iken onun neden sıkıldığını anlamıyorum. Oysa yuva ile birlikte tiyatroya gidiyorlar ve oradaki oyunlara bayıldığını söylüyorlar. e kış geldi. İstiyorum ki ben de haftasonlarımızı bu şekilde değerlendirelim. Ama sanırım başka alternativler arayacağız.

Bu macera ertesi teyzeme gittik. Bilin bakalım benim bücür ne yapıyor ?

25 Ekim 2007

Nedir bu kocalardan(erkeklerden) çektiğimiz..

bilmem sizlerin kocaları nasıl, ama benimkisi kadar rahatı yoktur herhalde.. yaptığı olumsuz her hareketin sorumlusu hep başkalarıdır. en yakında da ben olduğum için de bu genelde benimdir.. ama dikkatinizi çekerim sadece olumsuz davranışların sorumluluğu başkalarına aittir. örnekler :

-sabah telefonun saatini kurar. kalkması gereken saatten nerdeyse 1 saat öncesinden başlar bu telefon ötmeye. 15 dakikada bir öter, kapatır. bu bir saat kadar böyle devam eder. 6-7 ay önce ben de kızmıştım ona. kalkacağın zaman kur şu saati demiştim. ama işine gelmediği için dinlememişti. dün uyuyakaldı. tahmin edin bunun sorumlusu kimdi ?! cümle de şu : “ e sen istedin saati kapatmamı. senin yüzünden oldu !! ”

-birkaç gün önce mutfak tezgahın kenarına bardak koymuşuz. koca da elini çarptı ve tabii bardak bin parça yerde. yine şu cümle :“ ya şu bardağı neden buraya koyarsın. brada durmasaydı, çarpmazdım.”

-ilk defa gideceğimiz bir yer için adres arıyoruz geçenlerde. sanırım tüm erkeklerdeki problemlerden biri adres sormamaktır. nedense gururlarına yediremezler. benimkisi başı çeker bu konuda. epey dolandıktan sonra doğal olarak ‘soralım birilerine’ diye söyleniyorum. en sonunda çok yanlış bir yola girdik ve dönüşümüz de kmlerce ilerde. tepkisi şu : “ ya sen bu kadar çok konuşmasaydın ben bulurdum bu adresi”

bunun gibi nice sinir harbi yaşadığm anlar oluyor bu adamla. onun aksine ben, yaptığım olumlu olumsuz her hareketimin sorumluluğunu alırım. hatalıysam itiraf ederim. başaramıyorsam söylerim. ama başarısızlıklarımdan asla başkalarını sorumlu tutmam. Ee iyisi olmak veya davranmak için çok çaba harcarım. herseyimin düzenli, tertipli olmasını isterim. her zaman mantıklı davranmaya çalışan ben olurum. ama olmuyorsa da bunu inkar etmem.

erkek kardeşim de kocama benzer. böyle zamanlarda acaba erkeklerin tümü mü böyle diye düşünmeye başlıyorum. acaba “analarımız onları bu denli “sorumsuz ve rahat” mı yetiştirdi. neden biz kızlar her zaman daha aklı başında davranmak durumunda kaldık ve hala da kalıyoruz. evi çekip çeviriyoruz, çoğumuz çalışıyor, çocuğumuzu en iyi şekilde yetiştirmeye ve de ailemizi de ihmal etmemeye çalışıyoruz. ben de bir oğlan anasıyım. bu hataları yapmamak için ne yapabilirim, onu düşünmeye başladım. aldığı her kararın sorumluluğun almasını istiyorum çünkü. istiyorum ki hayat karşısında dimdik dursun. gerektiğinde hayır! demeyi bilsin. hiçbir zaman başkalarının arkasına sığınmasın..

sebep bu videoda çok farklı da olsa sanırım yakında biz de bu halde olacağız :))

22 Ekim 2007

allah onlara sabır versin :(


18 Ekim 2007

özendim :)



nazlının sayfasına çok güzel bir resmini koymuştu nihan. ben de özendim :) geçenlerde çektiğim bir resmini koyayım sayfaya dedim. hem belki de şu siyahlığı üstümden atabilirim.
pazar günü yağmurun altında babasıyla ekmek almaya gidiyorlardı. ama herzamanki gibi bana poz vermedi. hemen arkasını döndü..

bu botları geçen sene anneannesi kış başında almıştı. ancak numaralarını bir türlü oturtamadığı için 2 numara büyük geldi ( halen de öyle alır, hani eskiler der ya :" nasıl olsa büyüyor, bırak da büyük olsun" ). şu an da bile 2 tane botu var. eminim ilkokuldan önce giyemeyecek:)

aslında daha çok resim koymak istiyorum. ama benim fotograf makinamı tatilde bücür yere attığı için kapağı bozuldu. böyle arada cep telefonundan cektiğimle idare ediyorum. benim makineyi de burdaki servis yapamamış. fabrikaya göndermiş. yani koreye :) sanırım üstüne su içmeliyim.

bu arada dün akşam mest oldum :)) ilk defa adını soyadıyla birlikte soyledi. ismini soyluyordu. ama soyadını ilk defa duydum. yuvanın artılarından :)

can bıbık : can bıyık :)

16 Ekim 2007

karamsarlığımın sebepleri..

şu günlerde yine herşey tersine akıyormuş gibi geliyor. inanılmaz üzücü haberler okuyorum.. oğlum berbat hasta.. ben aynı şekilde.. işte henüz düzenimi oturtamadim. oysa daha şurda 3 gün önce şükretmem gerektiğini kendime telkin etmeye çalışıyordum.. ne dengesizim değil mi..

geçtiğimiz haftayı doktorlarda ve hastanelerde geçirdik. hele ki bir acil servis maceramız varki katil olmadığıma şaşıyorum. evvel hafta bücür beyde başlamıştı yine burun akmaları ve hapşırık.. ben de önlem olarak peditus vermeye başladım. baktım ki yeterli gelmedi, medical park hastanesinde randevu aldım. bir kaç hafta önce yine acil pazar günü gitmek durumunda kalmıştık. memnun ayrılmıştık.. oldukça temiz, büyük ve modern görünüyordu.

özellikle sabah 9a randevu almıştım. hemen ertesinde oğluşu yuvaya bırakıp işe dönecektim.
hastaneye gittik. çocuk bölümünü gerçekten çok güzel yapmışlar. kocaman bir oyun alanı ve bir sürü oyuncak var. çocuğun gerçekten bekleme stresini yok ediyor. başladım beklemeye.
10 dk geçti. 20 dk geçti.
" yahu doktor nerde ?"
" bilemiyoruz. cebi kapalı" ?!
30 dk .. 40 dk..
bende sabır falan kalmadı. başladım yüksek sesle söylenmeye..
" özür dileriz. doktor hanım sezaryene girmiş. hemen geliyor"
-- nasıl yani. bu ne biçim iş. hatun ameliyata giriyor. kimsenin haberi yok. randevulu hastaların önemi yok. onlar da zaten salak !? sinir oldum ! ama tabii ki sadece ben. bücür bey kendine bir kız arkadaş buldu. keyifle oyun oynuyor.

neyse bu kadar bekledik biraz daha bekleyelim dedik. 5 dakika kadar sonra geldi hatun. şöyle bir muayene etti. boğazlarında hafif ! bir enfeksiyon var dedi. antibiyotik yazdı ve bizi gönderdi.
bu durumda yuvaya da gönderemezdim. mecbur anneanneye gitti. bu arada benim de yorgunluktan mı. yoksa ondan mı kaptım bilmiyorum sesim gitti.

ctesi onu almaya gittiğimde bir baktım ki çocuk ateşler içinde yanıyor. hemen ateş düşürücü verdik. geceyi de çok kötü geçirdik. pazar günü mecburen tekrar apar topar hastaneye gittik. çocukta oldu ateş 38.5. başka bir doktor geldi. bir telaş içinde çocugu döver gibi 2 dakikada muayene etti. adama çocugun nasıl bu noktaya geldiğini anlatmaya çalışırken adama telefon geldi ve herif çekti gitti.
ya sabır dedim. sanırım bu adamlar çok fazla E.R. seyrediyor. giderken de şöyle bir havaya kan tahlili yapacağız dedi ! bende tüm tüyler oldu diken. başladık yine beklemeye.. 10 dk geçti, 15 dk geçti. ya sabır ya sabır. yine söylenince hemşire hanım geldi. ama hemşirenin bu denli süslüsünden iş çıkmayacagını anlamam gerekirdi! hatun çocugu delik deşik etti. 3 yerden sapladı ve hatta bir noktada iğneyi derinin içinde oynattı. ben bağırıyorum. ama sesim çıkmıyor ki. çocuk ağlamaktan ve ateşten nerdeyse havale geçirecek. herkes etrafımıza toplandı. sonunda biraz kan aldı. ben de kaptığım gibi çocuğu eve götürdüm. tahlilleri 1 saat sonra alıp duruma göre ilaç yazacaktı.
3 saat sonra gittim ve tahlil hazır değildi. e alıştık artık. tekrar bağrındım. birden bire bir sonuç çıkıverdi ! doktor bey geldi. fiskos birşeyler konuştular. doktor bana döndü :
" kem küm.. kan pıhtılaşmış.. kem küm.. sadece bir değere bakabilmişiz.. kem küm.. o yüzden yeniden kan alacagız.. kem küm bir de boğaz kültürüne bakacağız.. kem küm.. siz çocugu geri getirin "!!!!!
işte orda kopmuşum.. sadece sesim kısık olmasına rağmen avazım çıktığı kadar bağırdığımı hatırlıyorum..
ertesi gün başka bir doktora götürdüm. kadın şok geçirdi. bu tarz testlerde parmak ucundan alınması yeterli olurdu dedi. mecburen parmak ucundan yeniden kan verdi bebeğim. ama bu defa anlamadı bile. 20 dakika sonra da sonuçları aldık. kanında enfeksiyon çıktı. boğazındaki enfeksiyon o kadar ilerlemiş ki kana karışmış. mecburen 3 gün boyunca antibiyotik iğne yedi :(
ağzı içi komple yara oldu. bir hafta boyunca ne yemek yedi. ne uykusunu alabildi. e beraberinde ben de tabii.
çocuk artık doktor ve hastane görmek istemiyor.

allah korusun ama bu çocugu çok daha ağır bir durumda götürseydim acaba ne yapacaklardı. bu hastane en fiyakalı özel hastanelerden. ama farkettim ki ha sigorta hastanesi ha özel hastane. bu ülkede hayatımız gerçekten pamuk ipliğine bağlı.

10 Ekim 2007

bu ülkeden gitmek istiyorum :(

işte bu haber yüzünden, ya da bu , ya da bu, ya da bu..........

5 Ekim 2007

sobelerim..

her zamanki gibi sobelerim geç kalıyor. aslında bloglarımı okuyor, ama ben yazmaya fırsat bulamıyorum.

tatil arkadaşım :) nihan ( bkz ) beni iki konuda sobelemiş : mutlulugun resmi ve 187. sayfa.

önce mutluluğun resmi :









elbetteki oğlum. kesintisiz, sorgusuz, yegane resim. ( özellikle de bu resim:) bunu kendi başına cep telefonundan çekmişti ve henuz 16 aylıktı)

onun dışında daha önce de bahsettiğim gibi çok da pozitif bir insan değilim. çiçeği böceği seviyorum lay lay lom diye dolaşmıyorum, dolaşamıyorum. ama yine de sevdiğim bazı şeyleri yazayım :

kitap okumak
deniz
dondurma
gezmek ve yeni yerler keşfetmek
bloglar dünyası
ve çalışmak

çalışmayı çok seviyorum. tembel asla olamadım. hep aktif ve yoğun bir iş ortamı isterim. çünkü bilirim ki, işimde iyi olduğumdan dolayı rahatlıkla herseyi çekip çevirebilirim. ne ukalayım ama di mi :)



şimdi de şu ünlü 187. sayfa.. bu sayı nerden çıktı çok merak ettim. bileniniz var mı ?

aslında en son okudugum kitap bu :

ancak şu an kızkardeşimde oldugundan dolayı yazamadım. ben de ondan önce okudugum kitabın 187. sayfasından yazayım dedim. işte bundan :

"burada eşeklik eden taraf ben değilim, lincoln. annen normal bir kadın değil. aramızda kalsın ama bazen kendimi onun kocası değil, babası gibi hissediyorum. ona ben bakıyorum. ona iyi bakmak, onu mutlu etmek için elimden geleni yapıyorum, ama annenin öyle kabarık bir iştahi var ki. beni yiyip bitiriyor."

bu kitap gerçek bir hayat hikayesine dayanıyor. yazan da zaten ev erkeğinin ta kendisi. kadın çalışıyor, adam evde çocuk bakıyor. yani şu sevimsiz ev hayatını bir de erkeğin gözünden anlatıyor. çok eğlenerek okudum. aslında bu kitabı çok sevgili eşlerimize okutmalıyız da benimkisi tabii ki yanaşmadı, sonrasında kafasına kakarım bazı şeyleri diye :) tavsiye ederim.

27 Eylül 2007

dehşet içindeyim...

işte bu haber yüzünden :(((((((

26 Eylül 2007

şükretmek..

bir kaç gün önce alman zdf kanalında bir hastane belgeseli izledim. bu hastane çok özel durumdaki çocuklar içindi. dile getirmesi bile acı ama ölmek üzere olan çocuklar için.. hastaneyi kuran doktor da böyle bir çocuga sahip iken bu tarz bir yeri çok aramış, ancak bulamamış. bundan dolayı böyle bir yer kurmak istemiş. aslında burası hastaneden ziyade çocukların son günlerini en güzel şekilde ve aileleriyle birlikte geçirmelerini sağlayan bir spa tesisi gibi. aileleri ve çocuklar hemşireler eşliğinde havuza giriyorlar, bahcede oynuyorlar, ormanda yürüyüş yapıyorlar ve tedavi görüyorlar. hatta birçok çocuk umut edilenden çok daha fazla yaşıyor, yine de korkunç sondan kaçamıyor. herşey bu kaçınılmaz sonun tam olarak idrak edilebilmesi için ayarlanmış. mesela onlardan rahat rahat veda etmek için özel soğutulmuş bir oda var. her yer o çocukların resimleri ile dolu ve bu çocuklara yıldız çocukları diyorlar.

seyrettiklerimi yazdıkça bile gözlerim doluyor, ki o akşamki halimi düşünün artık. allahtan baba ve oğul uyumuşlardı da ben de şöyle salya sümük ağladım.
bunu şimdi neden mi anlattım...

birden aslında ne kadar şanslı olduğumu farkettim. ŞÜKRETMEM gerektiğini..
sağlıklı, akıllı ve dünyalar güzeli bir oğlum olduğu için ..
allaha, onu bana hiç beklemediğim bir anda gönderdiği için ..
evliliğime, bir çok probleme rağmen çocuguma yansıtmayacak kadar iyi bir diyalogumuz olduğu için ..
baştan çok da inanmasam da oğlumun ona deli gibi düşkün bir babası olduğu için ..
maddi anlamda çok fazla problem yaşamadığım için ..
ailem her daim arkamda olduğu için ...

aslında bu liste sonsuza uzar..

maalesef çok karamsar bir insanım. her zaman bardağın boş tarafını görürüm. aslında görürdüm demek istiyorum. bu bakış açısının geçmişte kalmasını gerektiğini farkediyorum. yani ŞÜKRETMEM gerektiğini...

20 Eylül 2007

araba ve çocuk..

işe başladığımdan bu yana her sabah benim bücürü yuvaya arabayla ben bırakıyor ve yine ben alıyorum. yuvanın oldugu bölgede 3 tane daha yuva ve büyük bir ilkokul var. her sabah 3-4 sokak trafikten geçilmiyor. ben de beklerken gelen arabaları inceliyor, anne babaların arabayla ulaşım konusunda ne kadar duyarsız olduklarını gördükçe dehşete düşüyorum.

oğlum doğduğundan bu yana arabada asla kucakta gitmedi. ilk andan itibaren ana kucağı denilen oto koltugumuz vardı ve sürekli bağlı olurdu. 18 aylıkken oto koltuğunu şeklini değiştirip arabaya monte olanlardan aldık. istanbul gibi bir şehirde araba kullanmak gerçekten marifet istiyor. sürekli etrafınızda kuralsız ve çok hızlı araba kullanan insanlıkdışı varlıklar mevcut. bir de arabada canınızdan da değeri bir varlık varsa bu daha da dikkat gerektiriyor.

bundan dolayı gördüğüm manzaralara inanamıyorum. kimisi ön koltukta ve pencere açıkken geliyor, kimisi arkada ama tam ortada oturuyor/ayakta duruyor ve hatta sürücü koltuğunda arabayı beraber kullanarak gelenleri bile gördüm!! son model arabalar alacak kadar parası olup da, bunun kırıntısı kadar bir paraya alınabilecek bir oto koltuğa sahip olmayanları kınıyor ve o çocuklara çok üzülüyorum.

31 Ağustos 2007

bloga giriş yapamadım...

günlerdir bloga girip yorum ve post yazmak için uğraşıp durdum. sanırım laptoptan kaynaklanan bir problemden dolayı giremedim. şu an başka bir bilgisayarda deneyeceğine giriş yapabildim.

geçtiğimiz hafta işe başladım. tam 2,5 sene sonra. farkettim ki, daha önce çalıştığım 3 firmadanda da hep bu aylarda ayrılmış ve diğer tarafa geçmiştim. aralarında tatil bile yapamıştım. oğlumdan dolayı işten ayrılmayı aslında biraz da bunun için dilemiştim. çok yoğun geçen iş hayatından biraz olsun uzaklaşmayı ve hayatın farklı yönlerini keşfetmeyi istemiştim. ancak pek de istediğim gibi geçmedi bu 2,5 sene. ev hanımlığı ve çocuk bakmak zaman zaman çok ağır geldi. hatta depresyona girip günlerce kimseyle konuşmadığım bile oldu. nedense çalışmayınca kendimi değersiz hissettim. neyse bu zamanlar geçti. şu an iş-ev-çocuk üçgenini ayakta tutmayı öğrenmeye çalışıyorum. oğluşum hala her sabah şansını deneyip yuvaya gitmemek için direniyor. hatta ağlıyor. yuvanın kapısına gelene kadar ben de onu ikna etmeye çalışıyorum. ama o kapıya geldiği ve öğretmeni onu kucakladığı zaman herşey bitiyor. güle oynaya içeriye dalıyor. o zaman içim rahatlıyor.

ama içimin rahat olmadığı bir konu ise evim ! 7 senedir haftalık gelen kadınım artık gelmiyor, gelemiyor. oldukça uzak bir semte taşındı. şimdi yeni bir insana nasıl güvenir, ona evin sistemini nasıl öğretirim, bilmiyorum. ben haftada bir silip süpürmeye çalışsam da köşe bucak temizlik ayrı oluyor. ben de nihan gibi ağıtlar yakacağım sanırım :)

işe gelince, henüz alışma devresindeyim. zaten yeni bir büroya taşınmışlar. bundan dolayı çok eksiği var. hala onları tamamlamaya çalışıyorum. ama çalışmayı özlemişim gerçekten.

16 Ağustos 2007

hayatım(ız)daki yenilikler..

bu sıcaklar yüzünden canım hiçbirsey yapmak istemiyor. ara ara açıp sadece maillerime ve bazı bloglara bakıp çıkıyorum. yazmak içimden gelmiyor. oysa yazmam gereken çok önemli olaylar var.

birincisi iş hayatına geri dönüyorum. kismetse haftaya başlayacağım. 7-8 aydır sürünen ve bücüre kıyamadığım için sürekli ileriye attığım bir teklifti bu. oğlum şu an 34 aylık oldu. artık tam gün yuva denemeleri başladı. deneme diyorum çünkü saat hala onda gidiyoruz :) adam ters :) her zaman saat 7 de ayakta olan adam 8 buçuktan önce uyanmıyor. haftaya nasıl yapacagız bilmiyorum. yuvamızı da değiştirdik. artık daha geniş daha ferah bir yuvaya gidiyor. 10 günden bu yana ilk defa bugün itiraz etti.b geri dönmek istedi. içim bir fena oldu. çocuğu zorla hapise götürüyormuşum gibi hissettim. çalışmayı ne denli istesem de oğlumun üzülmesini, sıkılmasını da o denli az istiyorum. 3 sene yakın resmen yapışık ikizler gibi olmuştuk. yuva ona bir nevi bağımsızlık kazandıracak diye kendimi avutuyorum, diğer taraftan da çok üzülüyorum.
onu yabancılar arasında yalnız bırakıyormuşum gibi hissediyorum. of of :(( bu gel gitlerden kurtulmalıyım ....

ikincisi kilolarımdan dolayı yaptırdıgım ufak bir ameliyat.bu ameliyatı aslında ilk 1999 senesinde olmak istemiştim. o dönemde türkiyede bu mudahaleyi sadece çapa' da bir hoca yapıyordu. ben de mecburen çapaya yatmış ve ameliyat olmayı beklemiştim. ameliyatı yapmak yerine belirsiz bir tarihe ertelemek istediler. ben de o zaman çok kızmış, tüm ameliyatı iptal etmiş ve o sinirle üstümdeki tüm fazlalıklardan diyet ve spor ile 6 ayda kurtulmuştum. ancak yeme isteği, özellikle de stres ve depresyon sonrası yeme isteği tüm bu çabayı bastırdı ve tümünü geri aldığım gibi ilave kilolar da eklendi. bu noktadan sonra artık diyet ve spor ile bunu başaramazdım. midemde şu an minik bir bant var. henuz ayarlanmadığı için etkisini fazla hissetmiyorum. eylül başında sıkılacak ve ben de umarım fazla yemek yemeyecegim. 3 hafta içinde 7 kg verdim. devamı da inşallah eylülden sonra..

1 Ağustos 2007

memeatti..

bu emziğinin ve daha önce bahsettiğim minik atının birleşimi :) ağzından bu kelime çıkar, biz de ona bunları vermezsek kiyamet kopardı. daha önceleri sadece uyku öncesi dalana kadar ağzında tuttuğu bu aletler bizim kabusumuz oldu. son 2 aydır agzından çıkarmamak için ne yemek yiyor ne konuşuyor ne de oyuncakları ile oynuyordu . en sonunda teyzem aktarda satılan sarı sabır diye bir şeyden bahsetti. koşa koşa gidip aldım. mini mini bir iki taşı suda çözdük ve ona emziğini batırıp verdik. ağzına alır almaz böhh dedi ve geri fırlattı. sonra koşa koşa lavaboya gidip yıkamaya çalıştı :) bu da çözüm olmadı. o iğrenç tada rağmen emmeye çalıştı! ancak uzun sürmedi. attı ve bir daha da ağzına almadı. şu an 1 hafta oldu. hala onu yatırmada biraz zorlansak da bağımlılığı kalmadı. arada bir televizyonda ya da bir başka çocukta gördüğü zaman söylüyor ama tutturmuyor.

babasının deyimiyle resmen " tıpası" çıktı ağzından. iştah inanılmaz açıldı. bıcır bıcır konuşmaya başladı. tavırları bile büyüdü. çocuk kendine geldi.

dönüşümüz ve yine tatil :)

pazar akşamı döndük. giderken feribot ile bandırmaya geçmiş öyle devam etmiştik. yorucu olmamıştı. ancak dönüşümüzde maalesef bilet bulamadık ve çok yorucu oldu. şu tek gidiş geliş yollarda insanların nelere kadir olduklarını gördükçe tüylerim yine diken diken oldu. asla ders almıyoruz. ne sollama taktikleri ne hız var bu insanlarda inanılmaz. kendilerini tehlikeye attıkları yetmiyormuş gibi arkasından gelen arabaların da zincirleme kaza yapmasına sebebiyet verecek şeklinde kullananlara deli oluyorum. dini inancım pek yoktur ama bu yolda cidden dua ederek geldim :)

pztesi ve salı zaten etrafı toparlamak ve çamaşır yıkamakla geçti. çarşamba günü de teyzemin yeni çiftlikteki yazlığına gittik. anneanne ve küçük teyzemiz de orda olunca benim bücür mest oldu. ilgiden şımardı resmen. bahceden içeriye girmedi. bisikletinden inmedi. inanılmaz bir "sokak çocuğu" oldu :)

bu arada asıl tatili ben yaptım tabii. anneanne ve teyze peşinden koşunca benim fazla birşey yapmama gerek kalmadı.

gümüldür...

tatilimiz düşündüğümden rahat ve güzel geçti. 15 senelik birlikteliğimizde kavga etmediğimiz ilk tatil de diyebilirim sanırım. bücürün peşinde koşmaktan, adamı mutlu etmek için çabalamaktan ve herşeyi onun düzenine göre yapmaktan helak olduk çünkü :) gittiğimiz tatil köyü çocuklar için idealdi. herşey düz ayaktı. nerdeyse hiç basamak yoktu. inanılmaz büyük çam ağaçları ve yemyeşil çimenler arasında koşturup durdu. çocuk havuzu büyüktü. yemek istediklerini kendi seçti ve hatta 2. tabağı bile istedi. barda oturup meyve suyu içti. tavla oynadı. kızların peşinde koşup onları köşe bucakta öpmeye kalktı. biz de hiç birşeye itiraz etmedik. sonuç olarak tatile onun için gelmiştik :)
tesisin en güzel yönü yabancı turist olmamasıydı. özellikle ara ara antalyadaki otellerde denk geldiğim o iğrenç rus turistlerin olmaması için çok dua etmiştim. gerçekten de aynı yaş grubu içindeki 1 veya 2 çocuklu nezih aileler vardı çoğunlukla. çocukların kaynaşması sayesinde büyükler de istemeden kaynaştı:)
tek derdimiz bir türlü vazgeçiremediğimiz emzik oldu. korkunç bir tutkuyla asıldı. gece gündüz agzından çıkarmadı.

bu arada nihan ile - daha doğrusu nazlı ile bilmeden tanışmışız. ve hatta yanyana şezlonglarda güneşlendik. ben emin olamadığım için soramadım. dünya gerçekten çok küçük :)



maalesef tek resmimiz bu. bunu çektikten kısa bir süre sonra makineyi yere fırlattı !! o makinanın halini düşünün siz.

döndüm :)

yine uzunca bir ara oldu. ama oldukça yoğun bir dönem oldu benim için. temmuzun ilk haftası gümüldürde tatildeydik. döndükten 2 gün sonra oğluşumla 2. bir tatile çıktık . nihan'ın dediği gibi "langes wochenende" şeklinde oldu. teyzemin yazlığınde 4 gün geçirdik. evimize döner dönmez ufak bir ameliyat geçirdim. bahsettiğim olaylardan biri de buydu.

4 Temmuz 2007

tatil :)))


evet nihayet tatil zamanı geldi. biz buraya gidiyoruz. dönüşümüz de hayatımı değiştireceğini umduğum bir olay olacak. hatta iki olay olacak. ayrıntılar için arkası yarın :)

15 Haziran 2007

bu resmine bayılıyorum:) teyzesinin gözlüğünü almış ve yan da olsa gazete okuyor bücür..


sıcaklardanmıdır nedir ?..

sanırım evet. çok sıcak ve ben de bir türlü kafamı toparlayıp eyleme geçemiyorum. oldum olası şu sıcakları sevmem. oysa yazmam gereken o kadar çok şey vardı ki.. ama geçince bir anlamı kalmıyor. mesela oğlumun ilk 23 Nisan gösterisi. arada kaynadı gitti. şu sıralar onun çok büyüdügünü görüyorum. hatta bana kızdığı zaman üf dediği bile oluyor. hatta o üflerin arkasında bir de çıkçıklamak ve tükürük geliyor. gülmemek için zor tutuyorum kendimi. büyüdügünü göstergelerinden biri de artık tek başına uyuyor olması. daha önceleri hem öğlen hem de akşam uykularında ya ben ya babası yanına uzanıyorduk. ancak o şekilde dalıyordu uykuya. o da kalktı. yuvaya da 5 yarım gün gidiyor artık.geçtigimiz hafta onu 1 gün denemek için tüm gün bıraktım.
bana küstü. geldiğimde suratıma bile bakmadı. ve o geceyi de sürekli herşeye ağlayarak zehir etti bize. çalışmaya başlarsam eğer onu tüm gün nasıl bırakacağım bilmiyorum.

ne istediğini bilen ve bunu ne pahasına olsun ele geçiren bir bücürüm var. yine de allah şükür etrafımda gördüğüm yaşıtları kadar ağlayan, zırlayan ve tutturan bir çocuk değil. tutturma niyetini gördüğüm an hemen hayal gücümü çalıştırıp ilgisini başka yerlere kaydırıyorum. şimdiye kadar işe yaradı.

iki büyük derdimiz var ama hala.. biri tuvalet. diğeri de konuşma. konuşma konusunda yaşıtlarının çok gerisinde. buna çok üzülüyorum. gerçi o konuşmadan istediği herşeyi rahatlıkla ifade ediyor. ama tabii ki kendi dilinde ya da hareketlerle. net olarak ve o anki duruma göre de vurgulamayla soylediği sadece iki kelime var : anne ve baba :) sanrım şimdilik bununla idare edeceğim.

babasına gelince.daha önce de yazdığım gibi ipler gerildi. halan de gergin. çalışmaya başlayana kadar maalesef bu gergin ortamda kalmaya devam etmek durumundayım. yeniden kendi ayaklarım üzerinde durduğum an bu olayı bitireceğim. başka çarem yok.

şimdilik bu kadar. umarım artık yazılarımın arkası gelir :)

bu arada hatıra için bir 23 nisan resmi koyayım bari :)


23 Mayıs 2007

sobenin devamı...

- daha önce yaşadığınız üç şehir :

Köln(almanya) , Antakya, İstanbul


- Tatil için gittiğiniz, gördüğünüz ve önermek istediğiniz 3 yer?

son 4 seneye kadar inanılmaz çok gezdim ve çok güzel yerler gördüm. hangi birini yazsam bilmiyorum ki :)

1- bozcaada : gördüğüm en güzel deniz ve kuma sahip. ama suyu da bir o kadar soğuk. minnacık ve sevimli bir ada. ilk defa 10 sene önce gittim. ondan sonra da her sene mutlaka bir kaç günlüğüne uğradım. maalesef heryer olduğu gibi burası da bozuldu.


2- singapur : inanılmaz bir şehir. kalabalık, ama bir o kadar da düzenli. yeni, ama bir o kadar degerli yapıları var. karmaşık, ama denge içinde kültürler mevcut. hatta orada bir türk dönercisine bile rastladım ve bilinen şu cümleyi söyleyiverdim : biz türkler heryerdeyiz :)


3- amsterdam : arabaya nerdeyse hiç rastlamadığım ve 5-6 kattan da yukarıya evlerin olmadığı çok güzel bir şehir. en çok nehirdeki yüzerevlere bayıldım.


- Yaşamak istediğiniz (görmediğiniz olur) 3 şehir?

1 - maldivlerde yaşamak isterdim. sahilde bir tahta klübede :)

2 - sydney . heryerden uzak gibi olduğu için :)

3- bi de yakınlarda bir yer diyeyim di mi :) marmaris veya antalya gibi yine deniz kenarı olan bir yerde.
deniz olmayan bir yerde yaşayamazdım.

- Şu an ki mesleğiniz nedir?

mecburi bir evhanımı ve tabii ki bir anne.


- Dünyaya yeniden gelseydiniz , hangi mesleği yapmak isterdiniz?

çok uluslu bir şirketin ceosu olmak isterdim. çok para alıp hiçbirşey yapmanın adı bence ceo :)


- Kesinlikle ben yapamazdım dediğiniz meslek nedir?

doktorluk tarzı birşey asla yapmazdım.


- Yaşam felsefenizi oluşturan sözlerden biri?

maalesef çok negativ biriyimdir. hep neden benim başıma gelir derim. ama onun dışında tuttuğunu koparan ve yine maalesef fazlasıyla dobra biriyimdir. bu dobralığım yüzünden başım çok derde girmiştir :)

- Bir kitaptan alınan çok sevdiğiniz bir cümle veya paragraf?

şu an aklıma birşey gelmedi. ama ahmet altan'ın tüm denemelerine bayılırım.


- Çok sevdiğiniz bir şiirin bir parçası?

Şiir çok sevmem. Ama murathan mungan'ın ve orhan veli'nin tüm şiirlerini severek okurum.

geç de olsa sobem :)

öncelikle kurunane 'min sobesini yazmak istiyorum. 1 aylık gecikmeyle de olsa :). hernekadar şu sıralar ihmal de etsem aslında film seyretmek ve sinemaya gitmek en büyük hobilerimden biri. bundan dolayı film seçmek benim için aslında çok zor oldu. aşağıdakiler diğerlerinden biraz daha etkilendiğim filmlerden :

1- Yer Demir, Gök Bakır ve Piano Piano bacaksız

her iki türk film şimdiye kadar seyrettiğim en güzel türk filmlerinden. neşeli, ama buna rağmen çook derin filmler.















2- Beaches ( Kumsalda) ve TERMS of Endearment ( Sevgi Sözcükleri) :
bu filmler konu olarak birbirine çok yakın. her ikisinde de çok ama çok ağladım. ilk defa 80 li yılların sonunda seyretmiştim bu filmleri. ama hala da gözlerim dolar denk geldiğimde.










3- Shrek serisi :
valla oğlumdan daha çok sevdim bu seriyi :)




4- Yüzüklerin Efendisi

her üç film de muhteşemdi !




5-Stigmata ve Angel Heart :


en sevdiğim ise bu filmdeki gibi dini ve gerilim yüksek olan konular.




bir de hiç sevmediğim, hatta nefret ettiğim iki film var. her ikisini de film festivallerinin birinde izlemiştim. ancak resimlerini bulamadım.


-Kırmızı : yanlış hatırlamıyorsam ismi buydu ve şişman bir kadının bir erkeğin ( üstelik de onu sevmeyen bir erkeğin ) aşkı için yaptıklarını anlatıyordu. bu kadın cinayet işlemekten oğlunu yetimhaneye bırakmaya kadar inanılmaz şeyler yapmıştı. ben ise üstüme alınarak ( her zaman balıketi olduğum için :) ) çok sinirlenmiş ve kendimi aşağılanmış hissetmiştim.

- La Luna : bertolucci nin yönettiği bir filmde elbette bir erotik durum beklemek gerekirdi. ama anne ve oğlu arasındaki ensest bir durumu anlattığını görünce tiksinmiştim.




döndüm ...


öncelikle çok teşekkür ederim. mesajlarınızı ara ara okudum. ama cevap verecek gücü bulamadım. yazacak aslında çok şey var. ama bunu ayrı bir postta uzun uzun yazacağım.

24 Nisan 2007

kötü günler..

bugünlerim pek iyi geçmiyor.. şu ünlü karı koca didişmelerimiz başladı yine.. ve sanırım bunlara nihai bir son verecegim artık.. . o yüzden yazmak bile içimden gelmiyor:( .. üstelik yazmam gereken sobemde var daha :( ... ama sanırım biraz da toparlanmam gerek...

1 Nisan 2007

bence vahşet ötesi..

dün hürriyet gazetesinde ayşe arman'ın bu yazısını okudum. inanamadım. tüylerim ürperdi. bu amerikalılara kim dur diyecek ? ölüye bile saygıları yok artık.

28 Mart 2007

şimdi 2.sobem..



nihan çocuklarımız için vazgeçemediklerimizi sormuş. işte bunlar :
- atımızdan daha önce bahsetmiştim. bu at olmadan asla uyumuyor. bundan dolayı bu ata gözümüz gibi bakıyoruz.

- aslında ona tüm hevesli yeni anneler gibi şu pahalı " dört çeker" dedikleri türden bir puset almıştım. ama evimin 4. katta oluşunu ve de asansörümüzün olmayışını unutmuşum tabii.. oglum 9 aylik iken imdadima işte bu puset yetişti. tümüyle tesadüfi olarak toysrus da denk geldim ve sadece 30 mio'a aldım. korkunç hafif ve inanılmaz sağlam çıktı.

- ilk heveslerimden biriydi yine bu ana kucagi. ancak diğerlerinin aksine bu çok işime yaradı. ayaklanıp emeklemeye başlayana kadar burda oturdu. arabada kullandık. yemegini burda yedirdim. yanıma koltuga koyuyordum bıcır bıcır biseyler soyluyordu :)

- bu tulumu aslında yeni keşfettim, ama vazgeçilmez oldu. tüm çocuklar gibi bücür beyin de yorgana karşı alerjisi var.

- dogumundan itibaren doktorumuz bize sebamed tavsiye etmişti. uzunca bir süre bu ürünü kullandık. sonra diş çıkarmalar başladı ve korkunç bir pişik. yara içinde kaldı çocuk. hic birsey fayda etmedi. ne bübchen ne nivea be bepanthene ne de doktırun verdigi melhemler. en sonunda bir de popolin deneyelim dedik. valla mucize gibiydi. 2 günde toparlandı bebişim. o günden bu yana bu da vazgeçilmezlerimizin başında geliyor.

- ve ıslak mendil. allah razı olsun bunu keşfedenlerden :)

bunların dısında mama sandalyesi ( mothercareden bir tane almıştık. 3 ay kadar oturdu. sonra kendi kendine kalkmaya başlayınca biz de masaya takılan bir sanalye aldık. ama o da yeterli gelmedi. mutlaka sandalyeye oturmak istedi) sterilizatör, gögüs pompası ( ki bunu almaması konusunda kocama defalarca söz söylesem de yeterli olmadı) en az kullandıgım ürünler oldu.

24 Mart 2007

hayalim...


bugün nette ahşap oyuncaklar ile ilgili sitelere bakınırken şu siteye denk geldim. egitim aracları, oyuncak, mobilya haricinde bu adamlar hazır ahşap evler satıyorlar. şu eve bakın. hayatım boyunca hep bunu istemiştir. hatta şu sıralar daha çok. deniz kenarında ufak bir arsa. üstünde ise boyle bir ev. mis gibi temiz hava. bahcende yetisen agaclar, sebzeler, meyveler, çicekler. komşu ve apartman denilen illetten uzak. gerçi evler çok küçük ve kış için elbette uygun degil ama ya yaz için. hayatını bahçede geçirecegin için ne önemi var, degil mi? fiyatları da çok uygun. yakın çevrelerde arsa bakmaya başlasam hiç fena olmayacak.

2. sobem..

nihan ın sobesini daha sonra resimlerle cevaplayacagim. ( bu arada link vermeyi ogrendim saolsun nihan :) ) resimleri tamamlamam gerek.

sobelerim..

çiceklibahçe beni sobelemiş. vazgeçilmezlerim bakalım nelermiş :

- tabii ki oğlum.. o olmasaydı şu an hangi işyerinde hangi büyük bunalımı geçiriyor olurdum bilmiyorum. ama o benim ve aslında tüm ailemin hayatına çok güzel taze bir soluk getirdi.

- annem ve kardeşlerim.( kocam alınmasın üstüne ama annem herşeyden önce gelir.)

- kocam olsun bari :)

- kitaplarım. ilkokul 3 sınıftan bu yana deliler gibi okurum. gerci bücür beyin gelmesi bu biraz yavaşladı ise de hala devam ediyor. etrafımdaki kitaplarım beni rahatlatır.

- her türlü hamur işleri.. aslında hiç ama hiç yememem gerekse de çok seviyorum. hele kürt böreğini. hmmm.. canım çekti şimdi:)

- üzüm. özellikle de yeşil üzüm. hastasıyım. bir oturuşta kilolarca yiyebilirim.

- internet ve tabii ki blog dünyası.

- veeeee dondurma.. yaz kış demeden yerim.

- unutmadan digitürk ve cnbce dizileri. hastalık oldu resmen.

ah şu hastalıklar...

oğlum yine hasta. aslında 1 - 1,5 aydır iyiydi. oh demiştim. nihayet toaprlandı biraz. ama pazar günü aniden burnu akmaya ve öksürmeye başladı. o kadar çok ilerledi ki burnu yara oldu ve öksürmekten de kusmaya başladı. maalesef yine antibiyotiğe başlamak zorunda kaldı. neyse ki 3-4 günde toparlandı. e hal böyle olunca tabii blog yine ihmal edildi.

17 Mart 2007

sobelenmişim ..

yine ne uzun bi ara vermişim .. farkında bile değilim. bu hafta neti bile açamadım, degil ki bloga birseyler yazmak.. nedense keyfim yoktu. kitap okumayı ve örgü örmeyi tercih ettim..sanırım yaşlanıyorum ben :) bu akşam da bloglarımı okuyarak geçirdim. umarım yarın da uzun uzun yazarım.. öncelikle sobelerimi:)

8 Mart 2007

klozet keyfimiz :)


bugün 29 ayımıza girdik. ancak tuvalet konusunda ilerleyemiyoruz. hatta geriliyoruz. geçtiğimiz yaz ortasında denemeye başladık. ilk başlarda korkmuştu. oturmak istemedi. ağladı. sonra ilgisini çekti ve hatta daha rahat kaka yaptığını anlayınca oturmak istedi. çişi değil ama kaka geldiğinde koşa koşa haber veriyordu. sonra ne olduysa yine vazgeçti. yine istemiyor. şimdi de yeniden alışsın diye her türlü şaklabanlığa başvuruyorum. adamın önüne oyuncaklar, ayaklarının altına tabure koyuyorum. şarkılar türküler söylüyorum. ama yine de olmuyor. bu işi nasıl çözeceğim bilmiyorum.

2 Mart 2007

işte bu :)


Ayçicegi geçenlerde oğlunun vazgeçemedigi pelüş oyuncaklarından bahsedince aklıma geldi. benim bücürün de var böyle minik bir atı. aslında bu dönencesinin bir parcasıydı. adam 7 aylıktan itibaren yatagının icinde fır döndüğü için dönencesi de sağlam kalmadı tabii. bir gün ogle uykusundan kalktıgında bir de baktım ki komple dönencesini aşağıya çekmiş, bıcır bıcır oynuyor. bunu da çıkarmış burnuna sürtüyor. o günden bu yana bu at olmadan asla uyumaz. allah bu ata sabır versin :) başına neler geliyor neler :)

25 Şubat 2007

sizce bu nedir ?:)


23 Şubat 2007

yine sinema..


bücür bey bu sabahtan itibaren anneannede. kociş de seyahatte. ben de birkaç gün çok özlediğim şu mola günlerimi yaşıyorum. yaptığım ilk şey bu filme gitmek oldu. bu filme konu olan romanı ( http://www.canyayinlari.com/kitap_ayrinti.asp?id=598- sayfaya link vermeyi bir türlü başaramadım :) ) üniversitede okurken bir solukta okumuştum. bir de üstüne dersimizin birine konu olunca bu kitap içime işlemişti resmen. bundan dolayı bu filmi dört gözle bekliyordum. gerçi şimdiye kadar seyrettiğim roman uyarlamalarında hep hayal kırıklığına uğradım. yine de bu romanı görsel olarak görmeyi çok istiyordum. film beklentilerimin çok üstünde. hatta bi ara sanki gerçekten o iğrenç kokuları duymuşum gibi burnumu kaşıdığımı farkettim. romandaki bazı noktalar değiştirilmiş. ama olsun. süperdi.

insanlık kalmamış....

insanların zivanadan çıkıp nasıl karşısındakini öldürebildiğini artık anlıyorum. ben de bu trafikte bir gün katil olacağım. bu sabah oğlumu anneannesine bırakacaktım. bakırköyden E5 e çıkmak için yeni yapılan aptal uygulamadan dolayı epey bi çaba harcamak gerekiyor artık. ben sola geçmek isterken arkamdan gelen de sağa dönmek istiyor gibi. zaten bu E5 i bu hale getirmek için gerçekten hasta beyinli biri olmak gerekir. neyse ben sola gideceğim, işaretimi verdim ve aynaya bakıyorum. arkamdaki zat ile aramızda nerdeyse 2 arabalık mesafe var. buna rağmen adam bana birden kornalar, el kol işaretleri yaparak hızlanmaya başladı ve beni sıkıştırdı. ben altta kalırmıyım. şak diye frene bastım. camdan eğilip bir güzel saydım. vay ben onu sıkıştırmışım da, ne biçim araba kullanıyormuşum da. o da yetmediği gibi onun arkasındaki beyinsiz de indi ve söylenmeye başladı. aman dedim sizler gibi aptallarla uğraşamam ve devam ettim. aynadan baktım. bir de ne göreyim. sonradan inen aptal arabaya tekme atmaya kalktı. düşünsene ben hala duruyor olsam demek kapımı açıp dövecekti. üstelik arabada minik bir çocuk var. hatırladıkça tüylerim ürperyor.. bu ne biçim bir insanlık, saygı?? hele bir de şu "salak bayan şoför" muamelesi yapmıyorlar mı .. diyorum ya, az kaldı.. katil olacağım ben..

ama bu arada oğlumun böyle durumlar karşsında tepkisini de öğrenmiş oldum:). biraz daha büyük olsa inip adamı döverdi sanırım :) yolu yarılamamıza rağmen hala sinirli sinirli bağırıyor ve hatta tükürüyordu:)

ilk sinema keyfimiz


persembe günü bücür bey ile ilk defa sinemaya gittik. salonları çok rahat olduğu için de galleria yı sectik. baştan da çok sıkılmasın diye son dakikada girdik. yanılmışız. film tam 10 dakika geç başladı. ondan sonra da 15 dakika reklam vardı. üstelik bira reklamları ! ( insan anne olunca nelere dikkat ediyor :) ) film başladığında bizimkisi uslu uslu oturdu. hatta bazı yerlerde sarkılara falan eşlik etti. ama 20 dakika sonra başladı mızmızlanmaya. film izlemek yerine diğer çocuklarla oynamak istedi. onu ilk yarının sonuna kadar zor zaptettim. sinema olayını biraz daha ertelemeye karar verdim.

17 Şubat 2007

mola istiyorum..

kısacık bir mola istiyorum.. fazla değil.. şöyle 24 saat.. bu süre içinde tüm sıfatlarımdan istifa etsem. annelikten, eşlikten, arkadaşlıktan (ki en basiti de bu, çünkü etrafımda fazla kalmadılar ), çocuk olmaktan, abla olmaktan, herşeyden.. hiç yataktan çıkmasam.. tüm gün kitap okusam, dondurma yesem, çekirdek çıtlatsam, "medium" dizimi seyretsem.. fazla değil.. sadece 24 saat ..

çapkın..


oğlum :)) şimdiden kız analarını uyarıyorum :))

26 Ocak 2007

biz bugün karne aldık :))))

oğlum artık resmen okullu oldu :) cok duygulandım bugün.. bi de kartondan cicek yaptırmışlar.. elinde onunla geldi.. onu içime sokasım geldi.. bu anne cocuk arasındaki bağ sanırım tarif edilemez. sevgi değil, aşk değil, bağımlılık değil. ya da hepsinden birseyler..

bu arada çiceklibahçe beni sobelemiş..:) bu blogumdaki ilk sobem :)

- doğum öncesinde ağlamayı bilmeyen ve sevmeyen bir insandım. şimdi ise etrafımda aglayan biri olsa ya da tvde duygusal bir sahne görsem hemen burnumun ucu sızlar. gözlerim dolar. bu huyumdan hiç hoşlaşmıyorum. o yuzden fazla çaktırmamaya çalışırım.

- ilkokuldayken 4- 5. sınıflarındayken elimde haftalık tv dergisinde dakika dakika günümü çok ciddi bir şekilde planlar/ not alır/ sıraya dizer ve sabahtan aksama kadar film seyrederdim.

- sonraki yıllarda ise bu olay hastalık halinde kitap okumaya dönüştü. 1 günde 1 kitap bitirdigimi bilirim. hatta birçok kez annemin bana arada kontrol et diye bıraktığı yemekleri yakmışımdır :) ama o gelmeden tencereyi değiştirdiğim için problem olmamıştır.

- babam vefat ettiğinde herkes benim ne kadar duygusuz oldugum, cenazede bile ağlamadıgım konusunda bi cok laf soylemislerdi. oysa ben hic kimsenin beni görmediği köşelerde saatlerce aglamıstım.

- köprü üzerinde olmaktan ölesiye nefret eder, deli gibi korkarım. kabuslarımın en korkuncu köprü üzerinde yürümek zorunda kalmaktır.

okudugum bloglardan sobelenmeyen kalmadı sanırım. sobeleyecek kimse bulamadım. bi dahaki sefere :)

23 Ocak 2007

kader kısmet..

6 gündür yarasa hayatı yaşıyorum. bücür beyi yatırmaya geçiyor, ama ondan önce uyuyakalıyorum. uyandığımda ise geceyarısını genelde geçmiş oluyor. değil bloga yazmak neti bile açmaya halim olmuyor.kalkıp etrafı ve özellikle de berbat haldeki mutfagı toparlayıp oturup biraz kitap okuyorum ya da bir diziye dalıyorum. oluyor saat 3. o saatten sonra uyuyup sabah da 8 de kalkınca tüm gün sersem sersem dolaşıp yine erkenden uyuyırum. bugün bu zinciri kırdım sanırım...

kociş bu hafta yine seyahatte. uzun süreli birlikteliklerde bu kısa soluklar iyi oluyor aslında. her ikimiz için de.. ben zaten hala şu evlilik denilen olaya alışamadım. bana kalsa ben hala evlenmezdim de, artık daha fazla kaçamadım. ben kociş ile çıkmaya başladıgımda 21 yaşındaydım. üniversite son sınıfta fazlasıyla havai ve özgürlük düşkünü biri iken birine bağlanmak niyetlerimin arasında son sıradaydı. ama kader kısmet dedikleri seyin ilk adımıydı sanırım bu. sonra çalışmaya başladım. oldukça yoğun bir tempoda çalışıyordum.bundan dolayı ara ara birbirimizden uzaklaştık. kavgalar arttı. ama bir türlü kopamadık. evlilik düşüncesini ise önce o istemedi, ben uzaklaşmaya başladığımda ise evlenelim dedi. bu defa da ben yanaşmadım. özgürlüğün tadı çok farklıydı. 9 sene boyle süründü aramızdaki ilişki. ve en sonunda ben noktayı koydum. uzun süre kabul etmedi. benim ondan başka bir insanla birlikte olabileceğimi düşünemedi. epey bir boğuştuk. ama gariptir ki ben hiç üzülmedim.farkettim ki bu birliktelik ikimizin de ayağına öyle bir dolanmış ki devamlı düşmemize sebep oluyormuş aslında. silkelendim. inanılmaz kilo verdim. farklı insanlarla tanışmaya başladım. ve en sonunda deli gibi aşık oldum ... bu duyguyu meğer tatmamışım. daha öncekiler sevgi ve alışkanlıkmış, ama aşk değil. 1,5 sene bulutlar üzerindeydim. ta ki........ evet ta ki düşene kadar. hem de öyle hafifçe değil. metrelerce yükseklikten düştüm. korkunç bir depresyona girdim. kiloları mis gibi geri aldım. herkesten uzaklaştım ve hatta 10 senelik işimden bir günde istifa edip ayrıldım. 9 senenin toplamında bile bu denli acı çekmemiştim. sonrasında ne mi oldu ... uçurumun kenarında olduğum bir gün kocişe mail attım. koşarak ve hiç bir sekilde geçmişi sormayarak geldi.. yeniden görüşmeye başladık ve bir kac ay icinde evlendik. ardından da hemen bücür bey geldi.. yukarda bahsettiğim kader kısmetin sonu da bu oldu :) kociş kaderimmiş meğer..ve şu an bakıyorum da aslında iyi ki de oymuş kaderim olan.. en önemlisi o iyi bir baba..
bugün çenem düştü. uzun süredir bunları düşünmemiştim. yalnız kalınca insan derin düşüncelere dalıyormuş meğer..

16 Ocak 2007

bu ev nasıl toplanır ?...



yine..

hastayız. bir türlü toparlanamıyoruz. üstelik bu defa ben de yorgan döşek yatıyorum. anneanne gelip ikimize bakıyor. o olmasa ne yapardık bilmiyorum. oysa bu yılın başıyla birlikte hergün buraya yazmaya karar vermiştim. boyle ara verince de yazmak istedigim konular da birbirine giriyor ve hevesim kalmıyor.
yılbaşı ve bayram sıradan bir şekilde geçti. farklı olarak bayramın 2. günü darıca hayvanat bahçesine gidelim dedik. bücür bey görmese de birçok hayvanı tanıyor ve seslerini taklid ediyor. ilgisini çekeceğini düşündük. kimi zaman çekti de . ama birçok hayvana ilgi göstermedi. çok huysuzdu. uykusu geldi. devamlı kucak istedi. ilgi gösterdiği tek hayvan ise tavsan oldu :) biz de ısrarla o pis kokuların içinde onu mutlu etmeye çalıştık. evet çok kötü kokuyordu. hayvanlar çok pis ve bakımsızdılar. kafesleri o keza. yazık olmuş buraya.
tatil dönüşü günlük mesaimiz başladı. bücür bey oyun grubuna devam etti. ben de ev hanımlığına. yani modern hapis hayatıma. evet resmen kendimi dört duvar arasına hapsedilmiş hissediyorum. bücür beyin düzeni bozulmasın diye de çok farklı birşeyler yapamıyorum. ne gündüz ne de gece. çalışmayı sosyal olmak adına o kadar çok özledim ki. ama biliyorum ki , çalışmaya başlarsam da bücür beyi deli gibi özleyeceğim. herşeyi öylesine oluruna bıraktım ki bu bana çok acı veriyor. hayatım elimden kayıp gidiyor.