26 Ocak 2008

çook üzgünüm..

şu an şu haberi okudum ve gözümden yaşlar boşaldı. elimde değil. indi işte.

o minicik bedenin çektiği acıyı düşündükçe kalbim sıkışıyor.

nedir o daha bebek olan varlığın suçu ?

nedir günahı ki, daha 3 yıllık hayatında böylesi bir işkence çekiyor?

böyle zamanlarda allahın varlığından ciddi ciddi şüpheleniyorum. allah böyle bir işkenceye nasıl izin veriyor ?

çok üzgünüm çok..

21 Ocak 2008

pazar günü savaşlarımız...

oldum olası pazar günlerinden nefret etmişimdir. özellikle de saat 3ten sonra hiç çekilmez.. nedense ertesi günün stresini bir gün önceden hissetmeye başlarım. oysa şurda topu topu 2 gün tatilimiz vardır. bunun da yarım gününü iş günü öncesi bunalımı ile geçiririm. bunun etkisi mi yoksa hep beraber olmanın verdiği dayanılmaz hafifliğin etkisi midir bilmiyorum, ama pazar günlerimiz bizim kavga günlerimiz olmaya başladı. sadece karı koca kavgası da değil, anne cocuk kavgası, baba cocuk kavgası, anne baba cocuk kavgası şeklinde her türlü hal alıyor.

sabahtan başlar muhabbetlerimiz.


kocaya deriz ki "ya pazar günü de şöyle taze taze ekmek yiyelim, hadi fırından alıver". başlar söylenmeye " ya onun bir pazarı varmış, o dinlenmek istermiş. ne gerek varmış mış mış ".
bu defa da ben terslenirim " ya bir tek sen mi çalışıyorsun, o zaman sen gel kahvaltıyı hazırla vıdı vıdı".


böylece ilk kavgamızı savarız.


kahvaltı biter. hava güzel ise nereye gideceğiz kavgası başlar. ben isterim ki açık havaya gidelim, çocuk temiz hava alsın. o ise yeni alışveriş mekanlarını gezsin dolaşsın . genelde ben kazanırım ama bu defa da yol için beni yer bitirir. "neden bu yola sokmuşum onu, berbat trafik varmış, bilmediğimiz yerlere niye gidermişiz vıdı vıdı" .


çocuk uykusunu evde doya doya yaşasın diye erkenden döneriz. bu defa da can bey ile başlar kavgamız. eve dönmek istemez. dışarda laf dinlemez. uyku saatini aştığı an minik bir canavara dönüşür. evde de uyku uyumak istemez. başlarız üçümüz birbirimizi yemeye..


bitmedi.. beyimiz uykudan uyanır. tabii ki ters tarafından kalkmıştır. yemek yemez. oyuncaklarla oynamaz. en ufacık birşeye sinirlenir ve elinde ne varsa etrafına fırlatır. bu defa baba cocuk kavgası başlar. çünkü hedefi genelde babasının kafasıdır ve tutturur :)


nihai olarak da gece ile noktalanır. bu defa da çcocugu kim yatıracak dırdırı başlar. ama çcocuk ta bunun için her türlü desteği verir. kesinlikle pyjamasını giymez. çırılçıplak etrafta dolaşır. onu zaptedip giydirine kadar anne deli olur ve hatta onu artık sarsar.


en sonunda ne mi olur ? annedeki tüm haftanın sabırtaşı modu biter, sinir krizi geçirir, kendini balkona kapatır ve ağlar ağlar ağlar. baba mecburen çocuğu yatırır. çocuk suspus olmuş bir şekilde 5 dakika içinde uyur. baba da sesini çıkarmadan geceyi bitirir.

bir pazarımız da böylece bitmiştir. pztesi sabahı herkes mutlu mesut kendi yoluna gider.

son 15 gündür benim oğlum gitti, yerine başka bir çocuk geldi. onu tanıyamıyorum. terrible two gibi sanırım terrible three de geçiriyoruz. herşeye itiraz ediyor. dudak büküp onu istemiyom, bunu yemiyom, bunu yapmıycam deyip duruyor. sürekli bir negatif bir mod halinde. ben de sürekli içimden 10 a sayarak ya sabır diyorum. ama bu durum tüm enerjimi tüketiyor ve çok yoruluyorum.

19 Ocak 2008

terlik/patik sevdamız...

bir insanın kaç tane terliği vardır evinde ? bir, iki, hadi bilemediniz üç.. oysa benim oğlumun tam
9 tane var :) üstelik 2 tane de anneannede ve 2 tane de yuvada var. toplam 13 tane patik :)) e bunu tabii gidip kendi almadı. eve her gelen elinde bir patik ile hediye geldi :) bir yandan ayakları üşümüyor diye seviniyorum , diğer yandan da her köşeden bir çift toplamaktan bıktım usandım. eli boş gelmek istemeyenlere başka ihtiyaclarını duyurmanın vakti geldi :)












18 Ocak 2008

yine hastayız..

epeydir toparlandık, atlatıyoruz artık derken yine vurdu bu kötü virüsler:( 10 gündür yine ateşler içinde yanıyor yavrum. doğalı, doğal olmayanı, ıhlamuru, zencefili, balı, nane limonu herşeyi denedik. ama yok. olmuyor işte. ilaçsız olmuyor . şu an yine 3 çeşit şurup içiyor. dünden bu yana biraz toparladı. bugün de tekrar yuvaya başladı. aslında hepimiz kırılıyoruz. evde resmen bir öksürük senfonisi yaşanıyor. ne zaman kalkacak bu grip havası, bilmiyorum.
başlar başlamaz da tiyatroya gitmiş benim küçükbey :) valla adam benden daha sosyal oldu. yuvaya başladıklarından bu yana 5. oyunları ve çook severek gidiyor. akşam gelinde anlatıyor. oysa ben en son 4,5 sene önce cem yılmaz'ın gösterilerinden birine gitmiştim. onu yetiştirirken en büyük hedeflerimden biri kitap, tiyatro, sinema sevgisini aşılamaktı. sinema konusunda henüz çok başarılı olamadık ama diğer iki kolda gayet iyi ilerliyoruz :)

bu arada tuvalet işini % 50 çözdük . gündüz hiç bez takmıyoruz artık. altına da pek kaçırmıyor. ama daha önce de bahsettiğim gibi üşengeçlikten son dakika hoplaya zıplaya gittiginden bazen küloduna falan damlıyor. günde 3-4 posta üst baş değiştiriyoruz yine. gece ise henüz açık bırakmaya cesaret edemiyorum. onu uykudan kaldırıp tuvalete götürmeye kıyamıyorum. hem ev soğuk oluyor hem de uykusunu bölmek istemiyorum. sanırım bir kaç ay boyle idare edecegiz.

herşeyde olduğu gibi adam tuvaletin de keyfini çıkarmayı bildi :) zaman öldürmeye tahammülümüz yok. her dakikamız değerlendiriliyor :)





bu resimleri ise gecenlerde birseyler ararken buldum ve bayıldım. bakalım da içimiz açılsın di mi :)))



8 Ocak 2008

bloglar..

sevgili gülteinen enkelini benden önce davranmış ve bu konuda benzer birseyler yazmış:) dün akşam ben de eski ve popüler bir blogu okurken buna benzer bir yazı yazmayı düşünmüştüm. bu blog düzenli takip etmediğim bir blogdu. ara ara okurdum. ama bu yazıyı okuyunca kendimi cidden kötü hissettim.

benim de çok severek okuduğum ve kendimden de çok şey bulduğum bir kaç blog kapandı. çok üzüldüm. veya bazı arkadaşlar bir süreliğine ara verdiler. o da kötü oldu. hadi zaman zaman hepimiz kopuyoruz. keyfimiz olmuyor ya da yazacak birşeyler bulamıyourz. ama en kötüsü ne biliyor musunuz ? uzun uzun yazıp da "ay ben çok sıkılıyorum. yazmak istemiyorum . keyfim yok " diyenler. sırf bunları söylemek için bile destan yazmış. ama hala diyor ki " istemiyorum". istiyor ki herkes "aman sen muhteşemsin. sen süpersin. sen mutlaka yaz." desin.

o da yetmemiş. bir de altına koca bir liste eklemiş. şu bloguma gelmesin, bu yorum yapmasın, şunlardan hiç hoşlanmıyorum, bu insanlarla kaynaşmak istemiyorum gibi. bu aslında sadece bu bloga özgü bir durum da değil. bazı blogları çok severek okuyorum. daha doğrusu okuyordum. kendimden birşeyler buldugum için de yorum bırakıyordum. bazıları yeni birinin yorumunu görünce bunu atlayıp listesindeki ismin yorumuna cevap yazdı. ilk yaptığında alınmadım. ama ikincide de aynı tepkiyi verince bir daha onu okumadım.

böyle yazıları okuyunca şevkim kırılıyor. kendimi birden girmemem bir yere girmiş yabancı gibi hissediyorum. bir hırsız gibi.. sanki birileri elimin üstüne vuruyor ve bana tukaka diyor. okumamam gerekenleri okuyorum. ama o zaman neden bu arkadaşlar bloglarını şifrelemiyor? neden genele yazıyorlar ? işte o kısmı anlamıyorum.

geçenlerde sevgili archisugar da "blog nedir " diye sormuştu. sonuçlar şöyle olmuştu :

Gunluktur ama ayni zamanda baskalarinin da okuyacagi hesaba katilarak kisitli bilgi verilir. - %56 (35 kisi)- Insanlari bilgilendirme yeridir. Kendi tecrubelerini ve bilgi hazineni paylasma, insanlari bunlardan faydalanmasini saglama yeridir. - %53 (33 kisi)

özellikle ikinci seçenekten dolayı blog okumaya ve yazmaya başlamıştım. okudukça oğlumla ilgili çok şeyler öğrendim. hala öğreniyorum. bunaldığım birçok konuda yalnız olmadığımı gördüm. rahatladım. yemek pişirme konusunda çok beceriksizdim. yemek bloglarından çok güzel tüyolar öğrendim.

bu güzel paylaşımlar olabilecekken " ay beni okumayın" diyen blogların amacını hiç anlamayacağım. ama istediklerini yapacağım. onları okumayacağım.

7 Ocak 2008

allahım biz ne hallere geldik. milletçe kafayı mı
üşütüyoruz acaba :((((( bu nasıl bir anne????

6 Ocak 2008

minik geziler..

geçtiğimiz haftalarda havaların mis gibi güneşli olmasını fırsat bilip şehir içi ufak gezmelere çıktık :) meğer ne çok özlemişim bu yerleri. en son bu tarz gezintileri üniversitede okurken yapardım. okul beyazıtta olunca etrafını gezmek boynumuzun borcu olurdu. sultanahmetten eminönüne yürürdük.topkapı sarayı içinde çay içer ordan kızkulesi manzarası seyrederdik. kapalıçarşıyı ve nuruosmaniyeyi gezer, vitrinlere bakıp iç geçirirdik. hatta bir gün kapalıçarşıdan geçip sirkeciye inmiş ordan da karaköyden taksime çıkmıştık. hem de yürüyerek :) şimdi asla böyle birşey yapamam. ama o dönemde gençliğin verdiği çılgınlık mı yoksa gerçekten zırdelilikten mi bilmiyorum sürekli bu şekilde gezerdik. sırf vapur keyfi yapalım diye kadıköye gider, bir sonraki vapurla geri dönerdik :) okuldan sonraki dönemlerde nedense şehir içini gezmek bize hoş gelmemeye başladı. bu biraz da bu şehrin inanılmaz derecede kalabalıklaşmasından kaynaklanıyordu sanırım. biz de şehir dışına kaçmaya başladık. sapanca, maşukiye, kıyıköy, çatalca, poyrazköy. sürekli gezdik. son 5 senedir bunlar da bitmişti. çünkü iş yoğunluğum hadsafhadaydı. sonra da şu an 1 mt olan bir bücür geldi aramıza:) o zaten tüm planlarımızı altüst etti:)

işte son günlerin güneşli havalarını bu özlemi gidermek için fırsat bildik. bayramın 3. günü sultanahmeti ve gülhane parkını gezdik. gülhane parkının sonunda müthiş güzel bir boğaz manzarası olan bir çay bahçesi vardı. o hala varmış, onu öğrendik :)





orda çok güzel işlemeli bir çaydanlıkla gelen çayımızı içtik ve simitimiz yedik.



e dönüşte de güzel bir mısır keyfi yaptık.



yılbaşından önceki pazar günü de vapur keyfi yapalım dedik. önce şu güzelim galata manzarası geldi karşımıza.





vapurdaki bu güzel bücür de kim :)




vapurdan indiğimizde ise bu manzara vardı. inanılmaz kalabalıktı ve heryerde olduğu gibi burda da yine heryer inşaat sahası olmuştu :( yine de keyifliydi..





benim oğluşum kendini kaybedip arabasını kendi sürmeye başladı. arkadaki bu garip balonu da hiçbir zaman sevmemişimdir.




dönüşümüzde kadıköyün vazgeçilmezleri çiçekçilerin önünden geçtik. ne güzeldi o rengarenk çiçekleri. ama en güzel çiçek onların önündeydi :)






en son gezimizi ise yılbaşı günü ortaköye yaptık. oraya da aylar olmuştu gitmeyeli. maalesef ortaköy de eskisi gibi değildi. görgüsüz motorsikletçiler orayı kendilerine ait otopark gibi kullanmaya başlamışlar. mis gibi manzaranın önüne motorlarını parkedip temizlik yaptılar !! üstelik saat daha 12 olmamasına ragmen ellerinde efes kutuları ile :( eski ben olsaydım içimde kalmaz düşündüklerimi söylerdim. ama yanımda oğlum olduğu zaman artık çekiniyorum. insanların tepkilerinden ürküyorum. çünkü artık bu insanların ( bazılarına insan bile demek içimden gelmiyor) terbiyesi , etik anlayışı kalmamış. olsa o kadar çocugun olduğu herkese açık bir yerde bira içmezlerdi herhalde.



umarım yine boyle güzel havalara rastlarız :)

1 Ocak 2008

yine bir sene bitti...



insan yaşlandıkça dünya daha mı hızlı dönüyor bilmiyorum ama zaman uçup gidiyor. koca bir sene daha geçti. benim oğlum büyüdü, bıcır bıcır ötmeye başladı. hatta tuvalet işini de çözmüş gibiyiz:)
her geçen gün değişiyor ve yeni şeyler öğreniyor. zaman zaman onun tepkilerine şaşıyor, ürküyor, sinirleniyor ama yine de gurur duyuyorum. çünkü her fırsatta kendi karakterini ve kendi seçimlerini ortaya koyuyor artık. mesela odasında arabalarıyla oynuyoruz. heryer mini mini bir sürü araba kaynıyor. bu haldeyken elini puzzle'larına atıyor. ben de ona hayır diyorum, lütfen önce arabalarını topla. yoksa ikisiyle de adamakıllı oynayamıyorsun. dediğimi yapıyor ama inanılmaz kızgın bir yüz ifadesiyle. arabaları kafama fırlatırcasına sepetine atıyor :)
ya da teyzesi onu uyutmak için çaba harcıyor ve odasına gidiyor:
" can ben uyuyorum." diye onu çağırıyor.
" e ben de otuyom" diyor.
seçimlerini o kadar net belirtiyor ki ters tepki bile veremiyorsun. ben de kızarak değil de onu ikna etmeye uğraşarak istediklerimi elde etmeye çalışıyorum. zaman zaman bu ikna yöntemleri inanılmaz boyutlara geliyor. ona kızmamak için ya da sesimi yükseltmemek için savaş veriyorum ve kendime inanamıyorum. ben ne zaman bu kadar sabırlı oldum bilmiyorum :)
sanırım onunla beraber ben de büyüyorum, her gün yeni şeyler öğremiyorum, daha olgun bir anne oluyorum.
insanın kendini övmesi hoş degil, ama sanırım anneliğim hiç fena değil :) etrafımdaki yaşıtlarıyla benim bücürü karşılaştırdığım zaman o çok daha sakin, uysal, akıllı ve çok mutlu geliyor. birçok zamane çocuğun artık yapmadığı şeyleri yapıyor. mesela teşekkür ediyor, ya da seslendiğimiz zaman efedim diyor, hareketiyle acıttığı zaman gelip öpüyor, hatta özür bile diliyor. bunlar gibi - bana göre - saygının en temel özelliklerini bilmesi şimdiden öğrenmesi gelecekte de olgun bir çocuk olacağını gösteriyor. değil mi ?:)