30 Aralık 2008

2009...





her sene oldugu gibi bu seneye de koca bir liste umut ve dilek ile girmek istiyorum. ama her zaman oldugu gibi bu karamsarlik ve maymun istahlilik ile listenin 3. sirasina bile gelemiyorum :) gerci karamsarlik artik sadece bana ozgu olmaktan cikti :(

bu genel kotu hava artik dagilir mi bilmiyorum ama yine de bu guzel dilekleri cani gonulden diliyorum :)




iyi senelerrrrrrrrrrrrrrr !!!!

tehditler...

konu : olağan anne oğul didişmelerindenden biri.


yer : çişi geldiği için koştura koştura gidilen tuvalet.

can : anne bak yeter. kızdırma beni !!


anne : ne yaparsın kızdırınca ?!


can : bak çişimi üstüne yaparım. her yer kirlenir. ona göre ???


anne : yaparsan ben de seni..........


can : anneeee.. giderim bak..


anne: nereye gidiyormuşsun??


can: oteleeee..


anne: git .. sen bilirsin.


can : gidersem bak özlersin beni ?!!


anne : özlemem özlemem. gidebilirsin..


can : özlersin özlersin. :))))

-----------------

bu gıdı özlenmez mi :)))))


29 Aralık 2008

geldimmm...

yine uzun bir ara verdik şu sıralar... biraz mecburiyetten biraz da tembellikten oldu maalesef..


en büyük sebebi ise laptopun yine alarm vermesi. geçen yaz çökmesinden bu yana maalesef iflah olmadı ve her geçen gün daha da kötüye gidiyor. sayfaları açarken inanılmaz derecede bekletiyor, kafasına göre kapanıyor ya da netten düşürüyor. e hal böyle olunca alıp duvara çarpasım geliyor ve açmak istemiyorum.

2. en büyük sebep ise bayramın 3. gününden itibaren uzun süredir geçirmediğim kadar ağır bir grip geçirmem oldu. 3 haftaya yakın süründürdü beni. kolay kolay hasta olmayan ben valla yatağı boyladım. işin kötüsü ana oğul berbat haldeydik. her ikimiz için orta sehpanın üstünde birer tuvalet kağıdı rulosu, sürekli burun sildik. sanırım gerçekten yaşlanıyorum ve bağışıklık sistemim artık alarm veriyor. can ise yuvaya başladığından itibaren - geçen sene olduğu gibi - sürekli hasta. ama geçen seneye göre biraz daha hafif atlatıyor. bu da sevindirici bir durum sanırım.

e bu iki sebep de beraberinde tembelliği de getirince yine uzak kaldım buralardan. gerçi ara ara herkesi okumaya çalıştım ama dediğim gibi battaniyeye sarılıp televizyon seyretmek daha ağır bastı.

ama sanırım bu durum yakında değişecek. sevgili kocacığım bana yeni bilgisayar alacağını müjdeledi. umarım bu sözünü unutmaz :))

hastalıklar olunca maalesef şu sıralar hiç birşey yapamadık. bayram boyunca o güzelim havalarda biz evde burun çekmekle meşgulduk. oysa tatil rotasında sapanca ve çevresi vardı. değil yakın yerler, ziyaretler bile yapılamadı. aslında bu bayramı da zaten hiç sevmem. insanların bu kadar kurban kesip de kesileni de kendi dolaplarına tıkmalarını hiç anlamam. kesebilecek kadar iyi durumdaysan zaten bu ete muhtaç değilsin demektir. ya para olarak bağışla ya da etin büyük bir bölümünü ihtiyacı olanlara ver. işin dini kısmını bilmiyorum. açıkcası bilmek de istemiyorum. sonuç olarak amaç, ihtiyacı olanlara bunu vermek olmalı diye düşünüyorum. ama her konuda olduğu gibi bu konuda da din herkesin kendi çıkarına göre yorum koyduğu bir noktaya geldi . neyse bu bayramda da biz azıcık kurban olduk sanırım :))

----------------------------------------------------

can için ise bayramın amacı işte yukardakı kumbara oldu. onun deyimiyle " şıngırdak" :) aslında biraz para kavramını öğrenmesi ve biriktirmenın önemini kavraması için ona kumbara almayı düşünürken, anneanne benden önce davranmış ve bu "küçük" kumbarayı ona bayram öncesi almış. anneanne saolsun, ona bunun bayram ziyaretlerinde mutlaka olması gerektiğini anlatınca, bizimkisi her evden çıkışında yanına almaya çalıştı:) neyse ki hastalıktan da bir yere gidemedik de rezil olmadık:)) şimdi ise her fırsatta bu kumbarayı, pardon " şıngırdak" ı eline alıp sallaya sallaya geliyor ve para istiyor. hatta verilen paraları boyutlarına göre sıralayıp küçükleri beğenmediğini belirtiyor :)) ve daha büyük para istiyor. amacım bu değildi, ama en azından para boyutlarına göre değerlerini öğrenmeye başladı :)

---------------------------------------------

çocuk bu kadar çok evde kalmak zorunda kalınca kendini sanata verdi. bir soda şişesinden neler yaratılabilinirmiş meğer :))


ya da tahta legolardan:)

4 Aralık 2008

sobe...

sevgili aysema sobelemiş beni . takıntılarım konusunda.. düşünüyorum da aslında çok takıntılı biri değilim, değilmişim :)
ama elbette herkes gibi bazı saçmalıklarım da var..

yıllar önce izlediğim bir belgeselden sonra ev akarları konusunda korkunç takıntılı oldum. üstelik tam o dönemde çok moda olan ve inanılmaz kazık fiyatlı bir süpürge markasını pazarlayanların korkunç ısrarı ile tanışınca gerçekten çok kötü olmuştum. yeni aldığım yatağımı o aletle süpürdükten sonra gördüklerim tüylerimi diken diken etmişti ve ben salak o süpürgeyi de almıştım. şimdi mesela nevresimleri, yatak örtülerini 1 haftadan fazla kullanamam. toz alırken mutlaka heryeri önce süpürge ile çekerim. çünkü silerken sanki o tozlar etrafa dağılıyormuş gibi gelir. ya da dışardan gelir gelmez çocuk, koca hiç faketmez önce ellerimizi yıkarız ve üstümüzü değiştiririz. dışardan geldiğimiz kiyafet ile asla evde oturmayız. ha bir de ellerimi inanılmaz sık yıkarım. sudan çıkmazlar:) o yüzden çok rahat yaralanırlar:(

onun dışında oğlum konusunda biraz takıntılıyım sanırım. onunla nereye gidersek gideyim gözümün önünden 1 saniye ayıramıyorum. oysa gönül rahatlığıyla onun koşması, eğlenmesini çok isterdim. ama o kadar çok çocuk kaçırılma olayları okuyorum, duyuyorum ki valla parkta kaydıraktan falan kayarken bile yanından ayrılamıyorum.

yine oğlumla ilgili tuhaf bir takıntım da hastalık konusu. sanki onunla ilgili kötü birşey düşündüğüm zaman olacakmış gibi geliyor ve hemen aklımdan çıkarmaya çalışıyorum.

bir de iş ile takıntım vardır. korkunç düzenli ve organize bir tipimdir. bu konuda çok insanı rahatsız etmişimdir:) ama işyerinde hem görsel hem de işin kendisi ile ilgili dağınıklığa tahammül edemem.

en moda takıntım ise bloglar.. onları birkaç gün okumazsam gerçekten eksikliğini hissediyorum.

yok demiştim ama galiba epey de varmış:))

3 Aralık 2008

yeniden ...

blog yine ihmal ediliyor şu sıralar :( ama yeniden çalışma moduna girmeye çalışıyorum. tuhaf bir ruh hali içindeyim. belki de sıfırdan kurulduğu için şimdiye uğraşmak zorunda kalmadığım detaylarla uğraşmak bana biraz ağır geliyor. çalışmayı çok sevmeme ve özlememe rağmen sanırım zaman geçtikçe evde olmaya alışıyor insan.
bir de alan şimdiye kadar çalıştığımın çok dışında olduğu için tereddüt ediyorum biraz. ha bir de koca ile çalışma durumu var ki o başlı başına bir soru işareti. nerdeyse 24 saat birlikte olacağımız için birbirimizi nasıl yeriz bilmiyorum. allahtan çok seyahat edecek de ordan kurtaracağım biraz:)
bu arada iş yok diye ağlananların çoğunun sahte olduğuna karar verdim. gerçekten biz milletçe ya çok tembelleşmişiz ya da kısa yoldan çok paraya kavuşmaya çalışıyoruz. işyerine mutfak yaptıracağız mesela. alt tarafı üste 2 kapaklı dolap, aşağıya da 2 kapaklı dolap ve çekmece yapılacak. ben istedim ki sokak arası usta kazansın, gidip o devasa yapı marketlerinden almayalım. ancak 3 ayrı yerden aldığımız fiyatlar astronomikti. adam kendine % 50 kar mı koydu. anlamadım. mecburen yine yapı marketlerinin birinden aldık. sonra tadilat sonrası temizlik yaptırmak için temizlik şirketlerini aradık. ancak adamların bir kısmı bayram öncesi doluydu, diğer kısmı ise yine astronomik rakamlar istedi. ya kardeşim temizlik firması için bayram öncesi doluluk ne demektir ?? işyerleri bayramda parlasın diye extra temizlik mi yaptırıyor? firmalarında misafir mi ağırlayacaklar acaba ? kartvizit/ fatura bastırılacak mesela. İki tane yan yana ayrı matbaadan fiyat aldık. aynı ürüne biri nerdeyse % 20 fiyat farkı verdi. bu nasıl olur deyip ikisinden de almadık. mobilyada da aynısını yaşadık.
bunun gibi nice örnekler yaşadım şu son günlerde. sanırım türkiyenin en büyük problemi işte bu. çalışma isteği yok. standard hiç yok.