30 Aralık 2009

ruhumu kaybettim.. hükümsüzdür..

yeni bir senenin başlangıcı için de ne kötü bir cümle, değil mi..

ama kendimi toparlayamıyorum... ne yaparsam yapayım olmuyor..

belki yeni bir sene güzel yenilikler getirir ve onu yeniden bulurum..

herkese iyi senelerr...

11 Aralık 2009

nankör adam..




zaman çok hızla geçiyor. anaokuluna tüm hızıyla devam ediyor ve

korktuğum başıma geliyor. her gün bir şikayet ile dönüyoruz eve.

ya öğretmeninden ya da başka bir veliden. vuruyor, çok konuşuyor,

tembellik yapıyor, kavga ediyor......böyle sıralanıyor her gün.

şimdilik kulaklarımı tıkamaya ufak cezalarla hizaya sokmaya

çalışıyorum. ama seneye?

bu arada elbette incilerini de unutmamaya çalışıyoruz.

işte bazıları :)

yine ozyon ( televizyon ) seyretmeyi çok abarttığı bir gün

kavga ettik. tvyi kapattım. bundan dolayı somurtup oturuyor

ve teyzesiyle dertleşiyor :

can : keşke annem ve babam robot olsaydı.

teyze şaşkın: neden ?

can : bana ozyonu kapat, odanda oyna, şunu yap , bunu yap

diyen biri olmazdı o zaman.

-------------------------------------------------------

ona sürekli canım, aşkım, bebeğim diye seslenmemizi

yasakladı.

anneanne sordu : neden ki ?

can : ben sizin aşkınız değilim ki.

anneanne : aşk nedir ki ?

can gider anne babanın bir düğün fotografını alır ve

cevaplar : işte aşk bu ..

--------------------------------------


anneanne ile semt pazarındalar . yine onu istiyorum

bunu istiyorum diye tutturma modunda. onların yanında
bulunan yaşlıca bir hanım şakayla olaya müdahale eder.

hanım : aa ama yeter. üzme bakalım büyükanneyi.

can şöyle bir süzer ve cevabı yapıştırır: siz beni fırçalamak
için biraz yaşlı değil misiniz ?

not : dikkatinizi çekerim ama. kendinden çook büyük insanlara
hep siz diye de hitap ederiz:))))

---------------------------------
anne oğul alışverişte. o ara büyük bir avm nin önünde orkestra çalıyor.

anne : a cano . gel dinleyelim.

can : tamam.

anne : bak kuzum. bir flüt. ( anne de bilmediğini düşünerek
ona bildiği bir çalgının adını söylüyor. )

can : anne o flüt değil, o bir trombon.

anne : !!!!!

----------------------------------

bir mezarlığın önünden geçiyoruz.

can : a anne bak. burda hayaletler dolaşıyor.


not : fotomuz son moda !:) ayrı çoraplar giymek !:)

10 Aralık 2009

iyikidogduk...:)

bu siteyi uzaklardaki kardeşim sevgili serrose büyük umutlarla
başlatmıştı.. ben de şu son aya kadar hiç aksatmadan kutlama
kartlarını göndermiştim. arada maalesef kaybolan da oldu.
onlara hatta ikinci kez gönderdim. postcrossing'ten dolayı çok
sevdiğim bu kartlaşma olayını blog aleminde, hem de anlamlı
bir sebeple oluşturabiliriz diye düşünmüştüm. yanılmışım :(
maalesef bana sadece tibet'in annesi ve nazpek'ten geldi.
biraz gecikmeli de olsa onlara çoook teşekkür ediyorum.
serrose bu konuda en son bir duyuru da yaptı. umarım
bundan sonra da istikrarlı oluruz. gerçekten çok güzel bir
hatıra :)

not : asıl blog şifreli elbet. ilgilenenler serrose'un sayfasından
ulaşabilirler.

3 Aralık 2009

ara'da olanlar...


şu blog yazma olayı çok nankör yahu.. yani yazdıkça yazasın geliyor,
ama uzaklaştığın anda da kopuyorsun. üstelik bir de tadilat yorgunluğu
eklenince cidden soğudum. elbette oğluşun aradaki enterasan
cümlelerini bir yerlere not etmeye çalışıyorum ama toparlayıp yazamıyorum.

bu arada aslında önemli iki gün geçirdik.

bir : can bey artık tam tamına 5 yaşında :)

iki : ben ise tam tamına 40 yaşında :(


tadilat nedeniyle bu sene maalesef pek güzel bir şeyler yapamadık.
şöyle bir aile arasında, bir de okulda da ufak bir kutlama yapabildik.
ona söz verdim. seneye inşallah ona arkadaşlarıyla kocaman bir
kutlama yapacağım ...

2 senedir erteledeğimiz tadilat ise nerdeyse 1 ay sürdü. her nekadar
çok da içime sinmese de ev sonuçta temizlendi ve en önemlisi boşaldı!
insan ne kadar çok gereksiz eşya, kiyafet biriktirebiliyormuş. tümünü
dağıttım. umuyorum gerçekten ihtiyaç sahiplerine gitmiştir.
oğluş ise başta çok sevindi. ancak eskisi gibi duvarları tual olarak
kullanamadığı için üzülüyor tabii :))

bunların dışında hayat çok ama çok sıradan geçiyor. okul -ev-park
arası bir üçgen durum yaşıyoruz. illet hastalık yüzünden onu çok fazla
kalabalığın olduğu yerlere de götürmüyorum. gerçi biz onu bu şekilde
korumaya çalışırken sınıfında bir çocuk bu gribi atlatmış bile. o ara
can anneannede olduğundan çok panik yapmadım. ama yine de bu
kadar yakında olması beni gerçekten ürküttü. ama allaha şükür
biz bu sene burun tıkanıklığı bile yaşamadık. ona sürekli verdiğimiz

doğal ilaçlardan mı, yoksa sevgili stil direktörümün tavsiyesi olan
ilaçtan dolayı mı bilmiyorum.
bu arada blog arkadaşlarımı da ziyaret edemedim. kendimi biraz
iteklemem gerek sanırım :)

25 Kasım 2009

dikkatli adam..



bir alışveriş merkezinin tuvaletindeyiz. önce ona yaptırdım.
sonra da onu kapının önünde dikip -sürekli yaptığım gibi-
tembihledim. ( geçenlerde ikea da çıkıp gitmiş, servis kapısını
açarkan yakalamıştım. deliye dönmüştüm)
anne : cano. sakın bir yere gitme. burda kapının önünde dur.
ayaklarını hep görmeliyim. kimseyle konuşma......
can : tamam anne.. tamam...
sonunda kapıyı kapatabildim. o anda birkaç kişi girdi.
can 'dan bir iki saniye sonra şu cümle geldi : sakın beni kaçırmayın !
tamam mı ?
herhalde bir avm tuvaletinin duyduğu en yüksek kahkaha koptu
o anda ....
not : dönmeye çalışıyoruz. halimiz yok pek, keyfimiz de..
zati özlenmemişiz de:)))

27 Ekim 2009

mecburi ara...

hafifleyip geliyoruz:)

26 Ekim 2009

rahmi koç müzesi eğitim atölyeleri..

babamız seyahatte. arabayı kapınca her zaman gidemediğimiz yerlere

atıyoruz hemen kendimizi:)

epeydir niyetlendiğim bir yere gittik cumartesi.

rahmi koç müzesi anasınıfı eğitim atölyesine..

özellikle bu haftaki konu tam oğluşa göre diye çok sevinmiştim.

ancak parmak boyası ile yapılan faaliyetlere bayılan benim oğlan

ilk 15 dakikada sıkıldı. üstelik elinin altında istediği renkte ve miktarda

boya, kağıt ve de çok tatli bir öğretmen olmasına rağmen :(

buket hn çok sabırlı, bir o kadar da pozitif enerji saçan gencecik

bir öğretmen. ben çok sevdim. sanırım benim bücür de çok

hoşlandı ki, resmi bırakıp "öğletmenim " diye sürekli sırnaştı :))

1.5 saatlik sürenin sonunda da bir güzel yine müzeyi geztik.

aslında bu eğitimler müzenin önüne yerleştirilmiş fenerbahçe

vapurunda yapılıyormuş. ancak şansımızdan o gün tadilat

olduğundan dolayı müzenin içinde yapılmış:(

resmin konusu ise : köpekbalığı ve tekne olmalıydı.

canocan ne yaptı : köpekbalığı ve anne :))))

üstelik anne köpekbalığını tutuyor. yoksa tersi miydi :)))

hansel ve gretel..

geçen pazar günü ilk defa ana-oğul tiyatroya gittik. daha önceki sinema
tecrübelerimize benzeyecek diye korktum, ama boşa çıktı. başta herşeye
olduğu gibi istemiyorum diye itiraz etse de , severek ve her cümleye
müdahele ederek izledi:) üstelik kendi gibi çılgın bir de abi buldu.
yuvada iken nerdeyse 10 günde bir gidiyorlardı. öğretmeni onun
hep en ilgili çocuklardan biri olduğunu söylerdi. sinemaya her
gidişimiz fiyasko ile sonuçlandığından dolayı pek inanamıyordum.
bundan sonra sinema yerine bol bol tiyatroya gideceğiz.

bu arada oyun da şu . gerçi bildiğimiz hansel ve gretelden biraz
farklıydı ve bana göre biraz da fazla yavaştı. ama çocuklar eğlendi.
hele ki benim oğluş herşeye burnunu soktu :))


21 Ekim 2009

ufo :)

jijama - pyjama

popi popi kağıdı - fotokopi kağıdı

lüppen - lütfen

rekram - reklam

karalengi - kahverengi,-

inernet - internet

ozyon - televizyon

bunlar son bebek ifadelerimiz:) hele ki popi popi kağıdına bayılıyorum...
aslında geçen seneden bu yana kelimelerimiz tane tane , cümlelerimiz de
oldukça düzgün. hatta bizim bile normalde kullanmadığımız kelimeleri
öyle ustalıkla kullanıyor ki, şaşıp kalıyoruz.





popi popi kağıdı diyen bu bebek ise yukarda kendi başına UFO yapmış:)))))

kağıdın altında da aynı şekilde yuvarlak tabak koymuş içine de uzaylı ve

silahını da eklemeyi unutmamış !! akıllı bebeğim benim :)

20 Ekim 2009

yaptırmalı mı yaptırmamalı mı ?

h1n1

ne kadar da şiirsel değil mi...
hep merak etmişimdir şu isimleri kim neye göre verir diye..

şu sıralar hep bu soruyu düşünüyorum, yerli yabancı siteleri
okuyorum. tüm dünya bu çelişki içinde.

genel olarak aşılar konusunda tereddütlerim çok aslında. özellikle
iki olayı okuduğumdan bu yana. birincisi ismini şimdi hatırlayamadığım
amerikalı bir mankenin yaşadıklarıydı. oğlu 2 yaşından sonra aniden
davranış bozukluğu göstermeye başlamış ve otistik teşhisi konmuş.
onun ısrarlı araştırmaları sonucunda bunun tam da karma aşısı
yapıldığının ertesinde ortaya çıkması ve buna benzer aslında bir çok
vaka olduğunu görmesi bu aşılar konusunda savaşmasına sebep
olmuş. oğlunun yediklerinin değişmesine kadar herşeyi deneyerek
oğlunun yeniden eski haline kavuşmasını sağlamış.

ikincisi ise bir kaç sene önce okuduğum bir olaydı. burada doğan, ancak
5 yaşlarında ailesiyle birlikte yurtdışına yerleşen bir çocukla ilgiliydi.
8 yaşlarında sınıfta verem olmuş ve yıllardır bu hastalığı yaşamayan
okul panik olmuş. sebebi ise , aslında engellemesi için yapılan
verem aşısı imiş.

şu anki standart grip aşılarını bile mantıklı bulmazken bu domuz gribi
aşısını çocuğuma yaptmalı mıyım diye çok düşünüyorum. sonuç olarak
aşılarının içinde de zayıflatılmış virüsler var. neden çocuğun vücuduna
bu virüsleri yükliyeyim ?

komplo teorileri de hiç bitmiyor zaten. aşıyı satan firmanın bu virüsü
yaymadığı ne malum? şu an tüm dünya ülkelerine milyarlarca aşı
satıyor adamlar...

okuduğum kadarıyla tıp dünyası da aynı şekilde ikiye bölünmüş.
kimisi bu gribin aslında bildiğimiz gripten çok daha masum ,
sadece dikkat edilmesi gereken en önemli hususun dinlenmek
ve hijyen olduğunu iddia ediyorlar. diğer bir kısım ise bu salgının
1920 yıllarındaki ispanyol salgını gibi büyüyeceğini düşünüyor.

yani yaptırmalı mı yaptırmamalı mı ?

dibin notu : işte çok doğru bir yazı . yılmaz özdilden tık

15 Ekim 2009

gerçekçi adam :)


uyku öncesi masal faslımızda çizmeli kedi okuduk.

anne : ah ne güzel değil mi , keşke bizim de bir

çizmeli kedimiz olsa..

can : of anne çizmeli kedi diye birşey yoktur ki..

o masal..

anne : hmm...

-------
öğlen okuldan çıktık ve uslu durduğu için ödül olarak

bir yere yemeğe gidiyoruz. mis gibi patates kızarmasını

hüpletirken bir ara arkasına yaslanıyor ve şunu söylüyor.

"anne ne güzel değil mi ? böyle okula ara verip keyif yapmak."

yahu bu çocuk daha anaokuluna gidiyor, değil mi :))

-----------

postcrossing sebebiyle bana gelen kartlara bayılıyor.

geçen gün ona neden kart gelmedğini sorunca, aklıma

birsey geldi. ona güzel bir kart hazırlayıp adına postaladım.

ptt bu defa cok hızlıydı ve 2 günde geldi:) ona kartı verdiğimde

gözleri öyle parladı ki, görülmeye değerdi. ancak her güzel

şey gibi bu da uzun sürmedi.. elinde ikiye bölünmüş olarak

geldi.

anne :aaa can neden kestin oğlum?

can : canım istedi anne.

anne: ama ben o kadar özendim. sen istedin diye postaneye

gittim, kart attım. üzüldüm bak.

biraz düşündü : aman anne. ben seni onsuz da seviyorum.

önemli değil yani.

anne : hı??!!

--------------

yalancılıktan, şakalardan konuşuyoruz..

anne : yalan hiç doğru değildir. bence yalancılıktan daha kötü birşey

de yoktur.

can : var anne..

anne : neymiş o?

can : parasızlık anne..

anne : :))))

her gün okul çıkışı kırtasiye krizimizi atlatmak için anne "param yok"

diye geçiştirirse olacağı budur:)

12 Ekim 2009

tabure...

çocuklu ailelerde kaç tane tabure olur ? 1, hadi 2 , en fazla 3 ?
bizde tam 6 tane var !! e boy 113 cm (maşallahhh:)) olup da bu
tabureler her yere taşınınca gizlenmesi gerekenler artık
gizlenemiyor. mesela çikolata, mesela bisküvi, ya da eline
geçen herşeyi kestiği için makas ve kukkal ( tutkal:)), ya da
kumandalar, fotoğraf makinasi, cep telefonları........ liste böyle
uzar gider. şaşmış durumdayım..:)


ha arada bir de asıl işi olan oturma işini de yapmıyor değil bu tabureler:))

10 Ekim 2009

beni ben yapanlar...

canım serrose ' um beni mimlemişti. ben ancak fırsat bulabildim :(

konusu : beni ben yapanlar

- maymun iştahlı ben. herşeye özenir, alır, başlar ama devamını
getirmem. bu her türlü alan için geçerli, elişi, kurs, spor ...

- kozmetik düşmanı ben. nerdeyse 5 senedir yüzüme krem dahi
sürmüyorum. allaha şükür gerek de kalmıyor. makyaj ile de aram
hiç yoktur.

- takıntılı ben.. daha önce de bahsettiğim gibi bazı konulara kötü
takılırım.. bunları da çook büyütürüm. buna bağlı olarak da bazen
gereksiz yere patlarım.

- kitap hastası ben.. her ne kadar şu sıralar eskisi kadar okuyamasam
da kitap hastasıyım. kitap kokusu benim için vazgeçilmezdir.

- sivri dilli ben.. dayanamam, söylerim. içimde kalmaz. bundan
dolayı çok kaybetmişimdir.

- agresif ben.. bu tarafım son dönemlerde çok arttı. şartlar çok
ağır. ama bazen bu şekilde olmadan işler yürümüyor. mesela,
sabah 9da marketteyim. oğluş eve dönmeden büyük alışveriş
yapmalıyım. araba dolu. arkamda en az 5 kişi ellerinde ekmek
ya da poğaça gibi tek tük şeylerle duruyorlar. biri sessizce
sesleniyor" başka kasa yok mu" . " hayır yok" diye cevap
alıyor. kadın fıs sönüyor ama öf pöf diye bana söyleniyor.
ben dayanamıyorum. kasiyere sesimi yükseltiyorum.
"nasıl başka kasa olmaz ?? burdaki insanları beni beklemek
zorunda değil ki, üstelik burda 4 boş kasa var."
birden 2. kasa açılıyor ve arkamdaki kadın koşa koşa gidiyor.
giderken " evet söylemek gerek hep bunlara" diyor.
e be kadın sana yeni kasa açılması için benim mi bağırmam
gerek ...

- düzen takıntılı ben.. yani şu hastalık şeklinde değil. ama
bulaşık makinemin belirli bir sıralama düzeni vardır,
çamaşır asma düzenim önemlidir. ya da temizlik günüm
pazartesidir mesela, bunlar şaşarsa çok huzursuz olurum.
çalıştığım dönemde bu çok daha vahimdi. dağınık bir
masada asla çalışamazdım.

- depresif ben ... her zaman bardağın boş tarafını
görenlerdenim. ne yaparsam yapayım bunu aşamadım.

- korkusuz ben.. 18 yaşımdan bu yana yalnız yaşayan
biri olarak kendi ayaklarımın üstünde dururum. evde
yalnız kalmak, karanlıkta uyumak benim için hiç
problem değildir. hatta okuduğum dönemde geceyarısı
istiklalde boydan boya tek başıma yürümek de gayet
normaldi.ama şimdi yap deseler.. olmaz derim :)

8 Ekim 2009

oğlum büyümüş mü ne:)

6 sene önce bana deselerdi ki, bir kaç sene sonra okul
önlerinde dolanacaksın, sabahın köründe ya da gece yarısı
beslenme çantaları hazırlayacaksın, sabahları küçük adamla
ne giyeceği konusunda kavga edeceksin, siz delisiniz
derdim. yabancı müşterilerin ziyaretleriyle boğulmuş,
sürekli koleksiyon hazırlığı yapmaktan nefesi kesilmiş,
etrafımdaki insanları düzenlemekten canı çıkmış biri
olarak aklıma gelen en son şey çocuk sahibi olmaktı.
ama oldu. sessiz sedasız geliverdi:) hangi arada bu
kadar büyüdü de okula bile başladı:)

geçen gün blogdaki ilk yazılarıma baktım ve ne çok
hızlı değişim gösterdiğini bir kere daha gördüm.
bu açıdan bu blog gerçekten de amacına ulaşıyor sanırım.

e elbette hazırlık sınıfındaki ilk günlerinden hatıralar
olmazsa olmaz, değil mi:)

aa tabii bir de ilk beslenme çantamız .. olmazsa olmaz:)



bu arada öğretmenimiz ilk veli toplantımızı yaptık.. ilk baştaki olumsuz

görüşüm biraz azaldı. özellikle çocuklar hakkında bilgi sorulduğundaki

cevabı tam yerindeydi.

"onlarla henüz yeni tanıştım. şu an henüz yorum yapamam." dedi.

etrafımda gördüğüm , bloglardan okuduğum ve daha ikinci gününde

şikayet eden öğretmenlerin yanında tam bir artı puan aldı.

üstelik benim cin ali oğlum da daha ikinci gününde arkadaşıyla

şiddetli bir kavgaya tutuşmuş olduğu halde, onu bana şikayet

etmedi. " paylaşmayı öğrenecekler daha." dedi ve kestirip attı.

içim sanki biraz rahatladı..

6 Ekim 2009

cahil anne...

ya bugün 6 ekim' miş.
istanbul'un kurtuluşu..

şimdi bunu hatırlamadığıma (bilmediğime) mı yanmalı,
bugün tatil olduğunu bilmeyerek çocugu
sabahın köründe okula taşıdığıma mı ???!!!

dün yine burnumuz feci aktığı için gitmemişti,
yazmışlar pencerenin önüne tatildir diye..

benden başka bunu yapan alık biri var mı ?:(

hem bugün tatiller neden kapalı yahu?
kurtuluşun okullarla ilgisi ne ?

bundan sonra hergün " acaba bugün hangi
sebeple okullar kapanacak" diye sürekli
haber mi seyretmeli yada internet mi okumalı?

tecrübeli annelere soruyorum. bu tarz
bilgilendirmeleri takip edeceğim bir yer var mı
internette mesela?
en azından oğluşun mis gibi uykusunu bölmiyeyim.

5 Ekim 2009

şükretmeyi unutmamalıyım.. unutmamalıyım.. unutmamalıyım....


oğluşun elinde bunu görünce birden çoook eskilere gittim.
hatırlar mısınız bu sakızları ? bir zamanlar sadece bunlar
vardı. şıpsevdi, tipitip.. içlerinden de hep bu tarz güzel
sözler ya da şiirler çıkardı. özellikle bu “love is..” ile
başlayan cümleler ortaokulda olduğum dönemde
almanya’da da çok modaydı. bu slogan ile başlayan binbir
çeşit ürün bulabilirdiniz. Bayılırdım bunlara..

ama daha da önemlisi bunun üstünde yazan cümleydi.

“ aşk birbirinizle geçirdiğiniz her güne şükretmektir.”

bunun bana hatırlatılmasına yine çok ihtiyacım var şu sıralar.
çünkü oğluş feci zorluyor .. yaklaşık 2 aydır 2 yaşlarında bile
yaşamadığımız kadar kötü bir “terrible” dönem geçiriyoruz.
parkta,
markette, sokakta dahi olsak istediği olmadığı zaman kendini
yerlere atıyor, bas bas bağırıyor, deli gibi ağlıyor. öyle
sürükleyerek götürmek zorunda kalıyorum ki, yakında çocuk
kaçırmaktan şikayet edilirsem hiç şaşmayın.

geçen gün gittiğimiz bir alışveriş merkezinin 1.90lık güvenlik
görevlisi bile adamı zapt edemedi. daha sonra bindiğimiz
takside bir süre bağırdıktan sonra sustu, elindeki şekeri açmaya
başladı ve dedi ki” şu şekerim bitsin, merak etmeyin ben yine
bağırmaya başlayacağım”. gülsem mi ağlasam bilemedim..

kendime telkin haricinde aklıma bir şey gelmiyor şu sıralar..
yani…
şükretmeliyim…
şükretmeliyim…
şükretmeliyim…

ha bir de şu faaliyetlerine bakıyorum. aslında ne kadar cinali
olduğunu görüyorum ve yine başlıyorum..


şükretmeliyim…
şükretmeliyim…
şükretmeliyim…

çılgın aşkım benim :)

can beyden not : anne lüppen(lütfen) bana aşkım deme...
tamam devam ediyorum :)
..şükretmeliyim… şükretmeliyim… şükretmeliyim…

3 Ekim 2009

yeni favorilerim..

yeni tv sezonu başladı .. dizi furyası da beraberinde..
gerçi kumanda gündüz can beyin, gece de babanın elinde olunca
pek seyretmeye fırsat bulamıyorum. ama tekrarını mutlaka
yakalıyorum..

birincisi balkan düğünü .. show tv de.. gercekten de eğlenceli.
fazla düşünmeyi gerektirmeyen, hoş bir dizi. hele o şiveli
konuşmalar süper..

diğeri ise cnbce-e deki leverage.. seyretmeyi en çok sevdiğim
polisiye tarzı. dolambaçlı yollar, süper ayrıntılı planlar, sonu hiç
beklenmedik. şiddetle tavsiye ederim..

bir de melekler korusun var. aslında bu yeni değil, ama geçen
sezon pek ilgi göstermediğimden bu sezon yeni olarak izlemeye
başladım.

1 Ekim 2009

ukala adam..:)


bu yaz bu dövmelere maalesef çok merak saldık. ne kadar
engellemeye çalışsam da artık kendi başına yapmaya bile
öğrenmişti. favorimiz de işte bu resimdeki:) o kadar hoşuna
gitti ki hemen teyzesini arayıp ona anlatmak istedi:
can : ne dövmesi yaptım biliyor musun ?
teyze : ne ?
can : hani şu gökyüzünden düşüyor ya, koca koca
taşlar...
teyze : efendim ?
can : hani şu büyük kayalar düşüyor ya kafamıza !
teyze: anlamadım..
can : of ya..
en son anne müdahale eder : meteor yahu:)
teyze : hııı:))
akşam olur. baba gelir eve.. o da sorar ..
baba : yine mi dövme ?
can : evet baba. hem de bu ne biliyor musun ?
baba : ne ?
can : motoor baba..
baba : ne ??
can : of baba motoor işte.
sonunda yine tercüman anne müdahale eder : o bir meteor...
baba : hıı:)
------------------
sabah okul için koşturuyoruz. o giyindi. ben de tshirtümü
giydim. ancak kotumu giymeden saçımı tarıyorum.
hiç hoşuna gitmemiş olacak ki bu görüntüş, dayanamadı:
can : anne böyle mi gideceksin ?
anne : evet. neden olmasın ?
can nasıl kırmadan da söylesem diye düşünür : anne olmaz
üşürsün !!!:)))
-------------------
evdeyiz. kudurganlık had safhada. istediği birşey yapılmadığı
için kızmış evde zıp zıplıyor. anne en sonunda patlıyor.
anne : ya oğlum yeter. şimdi aşağıdan gelip senin kafanda
öyle zıplayacaklar.
can : gelsinler. ben de senin yaptığını söylerim.
anne : !!??
----------------
gelecek ay evde büyük tadilat var. usta gelmiş. ölçüm yapıyor.
bu arada can birşeyler söylüyor. anneanne ile gülüşüyoruz.
usta da gülüyor tabii.
can ustaya dönerek adamı bir güzel bozuyor : SİZ gülmeseniz..
dikkatinizi çekerim. "siz" diye de hitap ediyor:)

25 Eylül 2009

dün kanım dondu...

akşam üstü balkondan aşağıya bakıyorum.. karşı köşedeki
apartmanın altındaki bahçede 4 çocuk oynuyor. Can yaşlarındalar,
biri de kız.. buraya kadar herşey normal..
birden içlerindeki en kısa olanı toprağa ittiler. o kalkmaya
kalkıştıkça diğerleri üstüne abandıkları gibi, tekmelemeye,
vurmaya, tokat atmaya, hatta üstünde zıplamaya başladılar !!
çocuk ağladıkça ve kalkmaya çalıştıkça tokatlar, yumruklar
artmaya başladı. üstelik üçü aynı anda vuruyordu.
balkondan büyük kim var diye bakınmaya çalıştım.
kimseyi göremedim. en sonuda avazım çıktığı kadar bağırdım.
önceleri duymadılar, artık tam inip olaya müdahele edeyim
derken bir tanesi etrafına bakındı. ben de tekrar seslendim.
hemen dağıldılar..
şimdi diyebilirsiniz. " bunlar çocuk, elbette oynayacaklar,
kuduracaklar." ama bu böyle birşey değildi. resmen
çocuğa işkence ettiler. o vururkenki hırslarını tarif edemem.
hani şu sıralar internette moda ya.. liseli serseriler zavallı
birini aralarına alıp dövüyorlar ve bunu da videoya çekip,
nette yayınlıyorlar. işte aynen böyleydi. bunlar
daha 4-5 yaşlarında çocuk.. bu yaşta bunu yapan çocukların
gelecekte neler yapabileceğini düşünmek bile istemiyorum..
bu sertliği maalesef çok görüyorum.
bu şekilde devam ederse daha nice
münevver olayları yaşarız biz..

geçen gazetede de okudum . şok oldum. 3 yaşındaki bir çocuk
vandalizm suçu nedeniyle araştılıyormuş. en büyüğü 5 yaşında
10 kişilik bir çeteye sahipmiş !!


nedir bu sertliğin suçu? biz anne babalar mı? tv mi ? çevre mi?
ya da acaba gerçekten doğuştan mı ?

22 Eylül 2009

dakka bir gol üç...

bir kaç deneme sonrası girdim nihayet sayfama..
ne kadar sürer tabii bilmiyorum. ama takip ettiğim
bir çok sayfa açılmıyor maalesef:(

geldik şu sıralar gündemimizdeki 1 numaralı konuya.
tabii ki okulumuz...

benim feci bir huyum vardır.. bazı şeyleri o kadar
kötü takar, içimde o kadar çok büyütürüm ki, çok saçma
yerlerde ve şekillerde patlarım. içim içimi yer. hele
ki sözkonusu oğlum olunca bu durum daha da vahim
oluyor. geçen gün okuldan eve gelene kadar bıcır bıcır
yaptıklarını anlatırken o anda öylesine söylediği bir
cümle beni çok kızdırdı.
yuvaya giderken sabahları yanına mutlaka bir oyuncağını
alırdı. bu raya giderken de hep birşeyler almak istiyor.
ben de orda kaybolur diyerek onu ikna etmeye çalışıyorum.
buna rağmen geçen gün bir anahtarlığını alıp cebine attı.

" anne biliyor musun, öğretmen dedi ki, eğer bunu bir kere
daha cebimden çıkarırsan çöpe atarım."

can bunu kötü algılamadığı için öylesine anlatıverdi, ama ben
çok sinirlendim. sonuç olarak daha oyun çocuğu olan,
5 yaşına bile gelmemiş, üstelik daha 3 gündür o
ortamda olan bir çocuğa bu cümle mi kullanılır??
işin kötüsü can da bu alınganlık konusunda biraz bana
çekmiş. yabancı birinin ona biraz ters birşeyler söylediğini
düşündüğü an kilitlenir, kollarını kenetler ve çekip bir
köşede ağlar. onu bir daha ikna edemezsin..
bu tarz cümleleri duymaya devam ederse- ki oldukça
hareketli ve kendi bildiğini çok güzel okuyan bir çocuk
olduğu için sık sık duyacağından eminim- okuldan
soğumasından korkuyorum. baştan öğretmeni ile,
konuşmak mı gerekir? ya çocuğa takarsa?

isteklerinden günlük programı konuşmaya fırsat
bulamadığımız için tam olarak ne yaptıklarını da henüz
bilmiyoruz. geçen gün jimnastik yaptırmışlar mesela,
oğluşun çok hoşuna gitmiş. ancak çok terledikleri halde
üstleri değiştirilmemiş. şu an da öyle berbat hasta ki,
sanırım perşembe cuma gidemeyecek. bütün yaz boyu
hiç hastalanmayan çocuk daha şimdiden fire verecek.
birkaç dakika içinde üstleri değiştirilseydi,
ne olurdu sanki..

ve gözüme batan en büyük konu ise kağıt istekleri..
tam 6 top fotokopi kağıdı aldırdılar. bunun yanında
2 top resim kağıdı, a2 , a3 a5 istediler !! yan sınıfın
öğretmeni 1000lik a2 kağıdı aldırtmış mesela, oysa
onun 500 lüğü de varmış. şu an 14 kişiler sınıflarında..
eşimle hesaplıyoruz hesaplıyoruz, nerdeyse günlük
30 sayfa kağıda denk geliyor.
ya ben bu çocuğa kağıt israfını öğretmeye çalışırken
neden bu kadar parçalanıyorum ki o zaman?? benim başta
eğitim kurumum bu kadar rahat harcarsa, yetiştirdikleri
çocuklar ne yapmaz ??

off, içimi rahatlatmaya çalışıyorum, ama nafile..
çok mu büyütüyorum ya :(

ben de:((

maalesef bloguma giremiyorum artık..
dolaylı yollardan yazıyorum...
çözümü bulan var mı?

17 Eylül 2009

anaokulu, pardon hazırlık sınıfı..


maceramız da başladı… epey bir artı eksi karşılaştırmaları
sonrasında ilkokula daha yumuşak geçiş yapması için
yuvadan ziyade hazırlık sınıfını seçtik.
doğru mu yaptık bilmiyorum. şimdilik o mutlu gibi görünüyor,
ama ben çok mutlu değilim tabii. sonuç olarak ne tarafa
döndüysem her öğretim kurumunun eksikleri çıktı karşıma.
özel okulu zaten hiçbir zaman düşünmedim. en baş
prensiplerimden biridir bu. ancak adı devlet okulu olan
okullarda da inanılmaz eksikler var. öncelikle beni rahatsız
eden olay eğitimin yarım gün olması.
topu topu 5 saat içinde bu çocuklar ne öğrenebilir ki?
ancak etütlü olduğu söylenen Okulların da aslında öyle
olmadığını öğrendim. dersten sonra bu okullarda ödevlerinin

çalıştırıldıklarını ve dolayısıyla çocuk eve geldiğinde gerçekten
boş zamanının olacağını sanıyordum. meğer ödev her halükarda
evde yapılıyormuş. aynı şekilde çalışan anne ve babalar için
olan aksama kadar süren okullarda da durum böyleymiş.
sonunda etrafımdaki komşularımla konuştuktan sonra
sokağımızdaki ilkokulun hazırlık sınıfına kaydını yaptırdık.
yarım gün süren ilköğretim kurumu. dedik ki, geriye kalan
yarım günü de biz bir şekilde destek vererek değerlendirelim.
iyi mi yaptık kötü mü bilmiyorum. Sonuç olarak biricik
çocuğumun geleceği bu. bundan dolayı içim içimi yiyor…

hayatı boyunca eğitimine beş kuruş harcamamış biri olarak
(üniversite harçları hariç tabii) kayıttan itibaren her şeyin
paraya bağlı olması beni en çok üzen ve kızdıran olay oldu.
aslında daha çok – nasıl anlatsam- içim burkuldu.. koca
devlet okulu kalkmış benden upuzun listeler halinde malzeme
istiyor. tuvalet kağıdı bile dahil buna !! kırtasiye listelerinde
ise marka dahi belirtilmiş! her şeyden en az 5 adet isteniyor.
yahu asgari ücretli adam bunları nasıl karşılayabilir?
alamayanlar eğitim göremeyecek mi? alamadıkları,
yapamadıkları için ezik hissederek yetişen bir nesil ile bu ülke

nasıl kalkınır? her şeyin para kestiği bu ülkede ? yahu bağışı bile
adam benden aleni bir şekilde istedi. Hani yasaktı?

her şeyi geçtik insanlar çocuklarını geleceğini etkileyecek
olan eğitime dair bir tek soru bile sormadılar.
ilk gün çocuklar ve veliler sınıftaydı. öğretmen sürekli konuşuyor,
ancak anlattığı çocuklarımıza şu şekilde eğitim vereceğimiz,
programımız şöyle olacak değil. nu istiyoruz, bunu istiyoruz,
eşofman yaptıracağız, onu alacaksınız. Eğitim kitapları sipariş
ettik, onu ödeyeceksiniz. 3 gün sabah kahvaltısını siz
göndereceksiniz. ha bir gün isteseniz para yollayın,
Kantinden tost yaptırırız( bak bak kantincisini de düşünürmüş)

sonunda ben dayanamadım.
sordum :“ pardon, ne zaman eğitim vermeyi düşünüyorsunuz?”
cevap verdi :” işte, sabah 8 gibi gelecekler, 1, 5 saat kadar
serbest saat olacak.( ben oraya çocuğu oyun oynaması için
yolluyorum sanki.)
sonra yarım saat kadar kahvaltı yapacaklar.
işte ondan sonra da 12 ye kadar da eğitim olacak.”
ben : “ peki bizden istenilen bu koca liste ve bahsettiğiniz kitaplar
sadece bu iki saat için mi?”
cevap verdi: “ kem küm…”

ben sordum : “ peki kayıtta aldığımız malzemeler ne oldu?
neden yeniden alıyorum?”
cevap verdi :” e idarenin de bu tarz malzemeye ihtiyacı
oluyor. maalesef devlet hiiç yardım etmiyor. her şeyi biz
bu şekilde döndürüyoruz”
ben sadece bön bön baktım. yani adı devlet okulu olan bir okula
devlet para ödemiyormuş..
maalesef benim dışında olayı sorgulayan kimse olmadı.

oysa isterdim ki, orda bulunduğu sürece dersten ziyade,
kesin, biçsin, yapıştırsın, boyasın. İlkokul derslerine yavaş yavaş
adım atsın. ama sanırım ben çok şey istiyorum …

Of ne uzun oldu.. çok doluyum.. Ve hiç de mutlu değilim.
Ancak şu aşamada sanırım yapabilecek başka bir şeyim yok..

9 Eylül 2009

yine mi...

96 senesindeki selden 2 dakika arayla kurtulan biri
olarak bugün olanları dehşetle izledim. o gün tam
havalimanı kavşağındaki köprüden aşağı indiğim an
suyun gelişini gördüm. altımdaki yol, yol olmaktan çıkmış
kahverengi bir amazon nehrine dönmüştü resmen.

bugünkü olayda ise eşim kılpayı kurtuldu her sabah
gittiği bu yoldan. aylardır ilk defa bir seyahate çıktığı için..

allah korudu bizi.. sanki..

görüntüler gerçekten de çok feci, gözlerim yaş
içinde izledim. o taraftaki bir çok tekstil firmasını
biliyorum. özellikle de 7 bayanın öldüğü firmayı
çok iyi tanıyorum. çalıştığım dönemde sık sık
ziyaret ettiğim bir firmaydı. o bahçede kapının önünde
insanların göz göre ölmesi ve hiç kimsenin çıkıp
da o kapıyı açmaya çalışmaması korkunç bir durum.

ya o yağma görüntüleri :((((

peki suçlu kim ?

çok basit... istanbullu.. imiş.. sevgili belediye başkanımıza göre...

yaptıkları en güzel şey, başkalarını suçlamak..

nasıl olsa biz milletçe çabuk unutuyoruz...

allah geriye kalanlara yardımcı olsun...

çünkü şu an yine yağmur yağıyor:((((

8 Eylül 2009

paparazzi...

geçenlerde çevremizde yeni açılan güzide avmlerimizden birine alışverişe
gittik. ancak sanki herşey bedavaymışcasına alışverişe eden insan
ahalisini görünce vazgeçip mahalle arası marketime ihanet etmemeye
karar verdim.
buraya kadar gelmişken cücemin uzmanlık alanı olan oyun parkı denetleme
işini yapmadan dönmedik tabii.. 2 saate yakın oynadıktan sonra parkın iyi
olduğunu onayladı:)) buraya kadar herşey normal. ama tam gidecekken birden
parka işte aşağıdakı şu esmer güzeli geldi ve oğlumun başını döndürdü..
evet evet,
birden yanıma gelip benden fotograf makinasını istedi. ne yapacaksın
diye sorduğunda hiiçç deyip hemen o tarafa koşup kızın resimlerini çekmeye
başladı. ÜSTELİK babası ne zaman kafasını ona doğru çevirse hemen
makinayı yere indirdi!! aşağıdaki poz onun objektivinden :))

şimdi bu oğlan çapkın mı ? yoksa sadece bir paparazzi mi ?:)

4 Eylül 2009

nasıl yani ??

dün haberlerde bilge köyünden 5 çocuk artık darüşşafaka'da

okuyacak diye bir habere denk geldim..

çocukların traşları yapılmış, okul formaları giydirilmiş,

resmen gösteriye çıkarılmış gibi basın toplantısı yapılıyordu.

tamam, yaptıkları çok güzel, ama bu kadar da gözüne gözüne

haber de yapılmaz ki... o çocukların bu denli gözünde olması

doğru değil bence.. bizim densiz milletimiz her fırsatta onlara

bu olayları hatırlatacaklardır, garip garip sorular soracaklardır. üstelik

bu kadar çok özel lise varken, sadece 5 tanesine mi sahip çıkabildiler ?

peki diğerleri ?



ama en çok da şu cümle beni çoook sinirlendirdi. yetkili kişi dedi ki :

" bu 5 çocuğumuz artık bizim çocuklarımız. onları her şekilde

sahip çıkacağız. ancak ebeveynleri ikna etmek biraz zor oldu.

hatta çocuklar haftasonlarını bu ebeveynlerin yanında geçirdiler.

şu an tüm problemler çöözülmüş oldu."



NASIL YANİ !!! şimdi kendini bilmez bir insan müsveddesi

ebeveyn nasıl kendi çoğunun hakkı olarak gördüğü eğitim hakkını,

başka bir çocuktan esirgemek ister ?? üstelik bu çocuklar

küçüçük yaşlarında bu denli acı yaşadıkları halde, onlara nasıl

köstek olursun ???



böyle zamanlarda insanlığımdan utanıyorum.

allahım bizi, çocuklarımızı doğru ve iyi niyetli insanlarla karşılaştır.

3 Eylül 2009

gecikmiş postlar serisinin 2.cisi...



işte herşey böyle sütliman başladı. başlarında vapura binmem diye tutturdu.

ben de rüşvet olarak ona epeydir istediği düdüklü dondurmadan aldım. bu

yaptığım en büyük hataydı ! çünkü gezi süresince, yani yaklaşık 1,5 saat

boyunca onu öttürdü. ne yaptıysak, ne dediysek, ne aldıysak engelleyemedik.

müthiş bir şımarıklık üstündeydi. kenara kesinlikle oturmadığı gibi genelde

bizleri de oturtmadı. bizi ve katta herkesi aciz taciz etti. boğazın mis gibi

havasından zevk alamadan geri döndük.

arada bu boğuşmalardan fırsat bulduğumda çok güzel mekanlar gördüm.

zaten şu istanbulu yaşanabilir kılan tek tük şeylerden biri de bu boğaz.

mesela şu evlerden birinde oturmayı çoook isterdim.......

ya da şu gemiye binip bir dünya turuna çıkmayı hep hayal ederim.


ama şu arkadaki iğrenç plazanın da olduğu çoook çirkin görüntüler de vardı:(


ha bir de boğazda o gün yelken yarışması var. rengarank kelebekler gibiydiler:)

anlayacağınız o gün cüceyi boğazı gezdirmeye götürmüşüm.

ama ben gezdim. gördüm. eğlendim:)

ıhlamur kasrı...




işte yine istanbulun sayılı cennet köşelerinden biri.

ıhlamur kasrı.. üstelik annemin yanıbaşında ama

sanırım bunca senedir 3. cü ziyaret edişi. ben bu

tarafta oturuyor olsaydım, valla her fırsatta orda olurdum.

çünkü yemyeşil, sessiz, tertemiz, fazla büyük olmayan

korumalı alan, yani yerinde duramayan, çimenlerin üstünde

koşturmaya bayılan bir cüce için ideal. çünkü nereye

koşarsa koşsun peşinde koşmanıza gerek olmadan

hep gözünüz önünde, kaybolmasına imkan yok.

içinde çok hoş bir de lokantası var.


bir de üstüne pazar günü gittiğimiz için

daha hoş süprizlerle karşılaştık. sağımız, solumuz

gelin doluydu !! orda bulunduğumuz süre içinde

yanlış saymadıysam 14 gelin fotograf çekimi için

orda bulunuyordu. saatlerce parkın nerdeyse

her köşesinde çekim yaptılar:)

ben bu kadar sabırlı olamazdım valla:)

ama yine de o beyazlar içinde güzelleri

seyretmek zevkliydi:)


2 Eylül 2009

sobe

Sevgili oytunla hayat beni mimlemişti. ancak cevaplayabiliyorum:)

1- Hayatındaki 3 önemli erkek? oğlum,oğlum ve yine oğlum :)

2- Yaşadığın şehir dışında sevdiğin 3 şehir? bozcaada, çeşme veya singapur.
hele ki sonuncusu muhteşem:)

3-En önemli fobin? yükseklik.. inanılmaz boyutta korkuyorum. bir kere
köprüde trafiğe takıldık. karşı şerit aktığı için tabii köprü sürekli
sallanıyordu. orda kaldığım 15 dakikada ağlamaktan mahvolmuştum.

4-Giyim konusunda en çok tercih ettiğin renk? siyahhhh.. ee tombili
ve akrep burcu olmanın sonucu sanırım :))

1 Eylül 2009

arada bir fikrimühim ...



aslında bu paket şu kampanya ile birlikte gelmişti, ancak tüm çeşitleri
denemek, dağıttığım kuponların sonuçlarını toparlamak ve en büyük
faktör olan tembelliği aşmak için zaman gerekti:)

paketin içeriği eker sütlü tatlılar idi. içinden birsürü indirim kuponu,
ayrıntılı bir tanıtım kitabı ve en güzeli de süsleme kalıpları çıktı.
indirim kuponlarının bir kısmını anneme, bir kısmını da iki
arkadaşıma paylaştırdım. sonuç olarak tümümüzün fikirleriyle
şu sonuçlar çıktı. üç kategoriye ayırdık :

çok sevdik :
sakızlı muhallebi (favori)
keşkül
sütlaç
supangle
tavuk göğsü (favori)

sevdik :
krem karamel
krem şokola

az sevdik :
profiterol ( içindeki toplar çok kuruydu ve sosunda da
çok fazla bitter tadı vardı.)

höşmerim ( aslında çok sevdiğim bu tatlıyı bu pakette
pek tutmadım. fazlasıyla şekerli ve ağza çok çatır çatır
bir tad geliyordu.)

eker genel olarak süt ürünlerinde, özellikle de ayranda favorim olmuştur.
en büyük sebebi tadı ve cam şişe kullanmasıdır. hala buzdolabında bu
şişeler su şişesi olarak çok işe yarıyor. üstüne sütlü tatlı olmasının ve
fiyatlarının da hafifliği de eklenince bizim için bu ürünler de vazgeçilmez oldu.
tavsiye ediyoruz efenim :)

ama bir şikayetim daha var. porsiyonları biraz daha büyük olabilirdi:)))

29 Ağustos 2009

gecikmiş postlar serisinin ilki...

tembelliğime kurban gitmemesi gereken anılar bunlar.

malum ev sessiz sedasız iken taslakları az çok tamamladım.

bunların arasında en önemlisi kuzenimin düğünü oldu.

daha önce de bahsettiğim gibi ailemiz pek geniş olmadığından

öyle düğün, sünnet gibi olaylarımız fazla olmaz. oğlumun da ilk

yakın akraba şenliği idi bu:)



kına gecesi öncesinde ona nereye gideğimizi anlatmaya çalışırken

ona " şıkır şıkır oynamaya gideceğiz." dedim. demez olaydım.

adam gidene kadar " ben gitmem de gitmem." dedi. o oynamaz mış..

erkek adam ya.. bozar onu :)


AMA sanki istemem diye tutturan o değilmiş gibi tüm gece

oynadı cüce. köçek oğlum :) işte ispatı :




nikahta ise surat yine beş karıştı. neden bozulduğunu ve neden böyle

davrandığını bir türlü anlayamadım.


gelinimiz de pek güzel olmuştu :)



ama gecenin en güzel finalini de yine cüce yaptı. adam çekirgeyi oynadı!


işte benim minik çekirgem :)



bu da teyzemiz için. seni çok seviyoruz. öpüldün :)

28 Ağustos 2009

kaynana ... :)



bugün bir mağazada önümde "yaşlıca" iki kadın yürüyordu..

ister istemez konuşmalarına tanık oldum...

1. kadın : buraya neden geldik cicim ?

2.kadın : e gelin bana pyjama almış. ona bakacağım.

1. kadın : nasıl ? nesine bakacaksın ?

2. kadın : fiyatına tabii ki.. bakalım bu gelin kişisi bana kaç

liralık pyjamayı layık görmüş...

ben : ???!!! ::))))


valla aynen böyleydi.. kulaklarıma inanamadım:)

allah o geline sabır versin..


bu arada kaynana resimleri ararken şu kitaba denk geldim.

eğlenceli bir şeye benziyor. benimki, biz evlendikten bir

ay sonra vefat ettiği için bu gelin kaynana durumunu pek

yaşamadım.
ama yaşayanların maceralarını okuyorum. mesela sevgili

prima rima nın :) işine yarar mı acep?:)

26 Ağustos 2009

enerji depolamalıyım...

çünkü şu an rezervlerimi bile tüketmiş durumdayım..

bu huysuz ruhsuz hallerimin sonuçlarını en çok da oğlum çekiyor..

bunun için o bir kaç günlüğüne anneannede enerji topluyor, ben de evimde..

çok kötü bir anne değilim, değil mi....

15 Ağustos 2009

sakın dökmeyin !!

bu konuyu geçen gün sevgili tibetin annesi nde okuyunca bir süre önce
NTV de seyrettiğim bir belgesel geldi aklıma. bizim evde nerdeyse hiç
kızartma yapılmadığından aslında üstüme alınmamıştım. ancak firma
sahibinin anlattıkları çok anlamlıydı :



" biz türkler maalesef bu konuda çok tembeliz. atık yağı bir kavanoza


dökmek yerine lavaboya dökmek kolaylarına geliyor. ya da içine bazı


kimyasallar döküp yeniden kullanıyor. maalesef yeterince toplayama-


dığımızdan dolayı kapasitenin 10da biri ile çalışıyoruz. hatta yağı


almaya gittiğimiz bazı lokanta sahipleri tarafından kovalandığımız


bile oluyor."



ayaklarına ladar gelip alt tarafı atık olan bir ürünü almak istiyorlar
ve insanların gördüğü muameleye bak :( maalesef geri dönüşüm
konusunda çok gerideyiz ve güzelim memleketimizi çok kirletiyoruz.

bu konuda oğlumu şimdiden işlemeye çalışıyorum. bunun için
şu kitabı aldım. isimleri can ile değiştirince gerçekten de çok
ilgisini çekti ve hoşuna gitti.)







hatta ilk meyvesini de verdi :)

can : aa anladım. hani biz tuvalet kağıdının içindeki kartonları

boyuyoruz ya .onu yeniden kullanıyoruz di mi anne ?

anne : :)

13 Ağustos 2009

zamane çocukları...


can : anne bak şarjının bir çizgisi kalmış ..

anne : hı ?

can : yahu telefonun diyorum. şarjı bitecek. hemen takmalısın...

anne : hı !!

---------------------------------------

biricik teyzesine resimler yapıyor, mektuplar yazıyor..

can : anne şunun hemen resmini çek tamamı mı ?

anne : niye ki ?

can : teyzeme yollayacağım. resmini çek, bilgisayara yükle, gönder.
tamam mı ?

anne : tamam !!!:)

12 Ağustos 2009

aşk...


evcil hayvanına onun adını vermektir:)


evet evet, oğlumun bir gizli aşkı daha

ortaya çıktı. kızımız minik kedisine

onun adını vermiş. :)

6 Ağustos 2009

eğlenceyi haketmek gerek:)

bunun için sabahın ilk saatlerinde kalkılır. büyük teyze ile
birlikte bir güzel çapa yapılır. tohumlar yerleştirilir.
bol bol sulanır.
ee bu kadar çaba da hemen ödüllendirilir..
pılımız pırtımız toparlanıp hemen denize inilir..
ve en sevdiğimiz hareket olan yapıp yıkma işine başlanır..

görüntüler aslında birkaç haftalık. tembellğime kurban gitmeden
yayınlıyayım dedim. haftasonu teyzemizin silivrideki yazlığına
konuk olduk.

3 Ağustos 2009

ders notları :)


anneanne ile torun bulmaca çözüyor ..
anneanne soruyor : evlerimizde yaşayan bir evcil hayvan türü?

torun cevaplıyor : can çocuk !

anneanne mi ? : tabii ki yerlerde :)))))))))

-------------------------------------------------

ana oğul olağan ders saatlerinde ..

anne : yahu oğlum. neden şu rakamları hep ters yazıyorsun?

oğul gayet soğukkanlı : birşey olmazz.

anne : şimdi burdaki iki kelebek yeşil, 3 kelebek ise sarı boyanacak.

anne bunu sanki söylememiş gibi eline kırmızı ve mavi renk alır.

anne : oğlum burda renkleri farklı yazıyor.

oğul : onlar yanlış yazmış anne. doğrusu kırmızı ve mavi olmalıydı.

anne : ??

----------------------

sürekli kitaplarda yazılanın tersini yapma modundayız. elbette
şu an için çok da ciddiye almıyorum. ama ilerisi için de bu tavrı
beni korkutmuyor da değil...

31 Temmuz 2009

spor suyu...



haftada bir ya denize ya da havuza gidiyoruz. hemen hemen her gün en az

2-3 saatimizi parkta geçiriyoruz. haftanın 1-2 günü ya anneanne bizde oluyor,

ya da biz anneannede. yine haftada bir kere - çok sevmesem de- avm keyfi

yapıyoruz.

ancak bu yoğun tempo beyimize yetmediğinden düz duvara tırmanma

modlarına girdi. daha da kötüsü tv seyretmeye fena dadandı. el işi

"feeliyetleri" bile ilgisini çekmiyor:(

bundan dolayı onu okulunun yüzme kursuna yazdırdık. şimdi haftada 3 gün

yüzmeye gidiyor. amaaa su kuşu olan minik adam havuzdan hiç hoşlanmadı!

hatta ilk gün ağlamış bile.

sebep mi ? işte bu :)

- ama anne ben istemiyorum oraya gitmek. çünkü orası havuz değil.

o spor suyu. ben korkuyorum. anne yok, baba yok, simit yok,

kolluk yok. hem de derin. ne yapayım ben orda anne. ne yapayım ?


bu arada etkili olması için ağlama efektleri de eksik değil :)

durumu kontrol etmek için geçen gün gizlice havuza gittim.

ve anladım ki benim oğlan gerçekten de tiyatrocu :))

gitmem diye ağlayan çocuk mutlu mesut suyun içinde süzülüyordu:)


16 Temmuz 2009

bahanem yok...

şu sıralar blog aleminde bir virüs dolaşıyor. domuz gribinden de beter.
bunun adı yazamama virüsü :) evet ben de bu virüsten nasibimi aldım:)

oysa ana oğul gezenti halimiz devam ediyor. havuz, deniz derken
günler geçiyor. hatta haftaya yüzme kursuna da başlayacak benim
keloğlan:)

ama değil yazmak, fotograf makinasindakileri bilgisayara yüklemek bile
içimden gelmiyor..

neyse bu sıralar feci şekilde dilimiz de uzadı. öyle cevaplar veriyor ki,
tepki bile veremiyoruz. mesela :

çekirdek aile arabada. uzak bir yerlerden geliyoruz. ancak trafikte
çok sıkılmış durumdayız. can her zamanki gibi dır dır vır vır hiç
durmadan konuşuyor.
baba : of cano ya, sus oğlum biraz. valla kafam şişti.
can anında cevabı yapıştırır: sana ne baba sana ne !!! ben istediğim
zaman geveze olurum. istediğim zaman susarım , tamam mı !
anne baba önce ciddi olmaya çalışır , sonra dayanamayıp kahkahayla
güler:)

her zamanki yoğun konuşma anlarımızdan birindeyiz. sanırım
55. kez anne diyor.
anne : can yeter yahu , artık anne kelimesini duymak istemiyorum.
can : ne yani ? baba mı desem sana ? daha mı iyi olur ?
anne : !!::))

sabah uyanır uyanmaz yastığını kaptığı gibi yanımıza gelir.
yine böyle bir sabah geldi yattı yanıma. yatak odasındaki
tvyi kastederek :
can : anne biraz izgi film izleyebilir miyim ?
anne anlamamazlıktan gelerek : olmaş, yanımda kal.
can : neden anne. izlemeliyim.
anne : ama yanımda kalmalısın.
can : ALLAH ALLAH burda seyredicem diyorum ya.
anlamıyor musun?!
anne : haaa :)))

günlük bir çikolatasını yedikten sonra ikincisi için ikna çabasında..
anne : olmaz . sabah yedin. yarın yersin.
can : of anne. hah bugün yemişim hah yarın. ne farkeder ?
hem anneler çocukların istediklerini yapmaz mı ? istediklerini
vermez mi ? almaz mı anneler ? hıı?
bu kadar edebiyat karşısında anne de pes eder:)


dip notu: çok çok alakasız olacak. ama bir olaya çok uyuz oluyorum. malum
mevsim dondurma mevsimi. her dışarıya çıkışımızda mutlaka bir tane
yiyoruz. ben de salak anne olarak her defasında ufak bakkallardan almaya
çalışıyorum. küçük de olsa onlara bu şekilde destek olmaya çalışıyorum.
ama adamlar küçük meblağlar diye dikkate bile almıyorlar. çocuk seçene
kadar dolabı açmıyorlar. can da özellikle kendi almak istiyor. açınca da
hemen kapatmak istiyorlar. hatta bir keresinde çocuğun elini sıkıştırdı
densizin biri. yahu aza kanaat etmeyen çoğu bulamaz demiş büyüklerimiz.
yanlış mı biliyorum ? ben de artık marketten alıyorum.

8 Temmuz 2009

bir sinema işkencesi..


bakmayın onun böyle cin ali gülüşüne. adam beni deli etti o gün.

neymiş adamı sinemaya götürmüşüm.

neymiş adamı üstelik 3 d salonuna geçirmişim.

neymiş bana göre en başarılı animasyonlardan birine gitmişiz.

neymiş bir daha uzuuun bir süre bu oğlanı sinemeya götürmeyecekmişim...

ilk sinema gidişimizde başlamıştı bu garip tepkiler. ama yaşına vermiştim

o dönemde. sonraki sene 2. bir deneme daha yapmıştım. buraya

yazmadığım bir çocuk filmleri festivali maceramız daha olmuştu sonu

ilkiyle aynı olan. ama nerdeyse 5 yaş olmasına dayanarak götüreyim

dedim. itiraf ediyorum ben de görmeye can atıyordum :))

ancak daha ilk girişte başladı mızmızlanmalar. ben birsey yemek

istiyom, dondurma istiyom, oyuncak istiyom. ilk tepki dalgasından

kurtulduk, içeriye girdik. bu sefer reklamlardan sıkıldı. yahu çocuk

da haklı . seans başlama saatinden sonra 30 dakika reklam olur mu!

e haliyle film başlamadan sıkıldı. film başladı. bu defa da gözlüğe

taktı. ben bunu takmam. kafamı acıtıyor, kulağımı acıtıyo. ne

yaptıysam ikna edemedim. ilk yarı bitti ve bu defa da mısır

istiyom, gazos istiyom diye tutturdu. ben de almadım. ne yalan

söyliyeyim. küçüçük bir poşet patlamış mısıra 6 tl vermek

içimden gelmedi. zaten adam her an fikir değiştirdi. o karar

verene kadar da 2. yarı başladı. tepki daha da büyüdü.

ben eve gitmek istiyorum diye bağırmaya... oğlum yapma

etme , bak anan da seyretmek istiyor :) diyemedim tabii:)

epey bir ikna çabaları ve bazı rüşvet teklifleri sonucunda

az da olsa sesini alçalttı..


2. yarının ortasında eli sürekli önündeydi. oğlum çiş var mı

diye sorduğum halde yok dedi. ama çıkar çıkmaz tuvalete

koşturdu.

anne : oğlum neden söylemedin içerde? onun için mi

çıkmak istedin ?

can : evet anne.

anne : yahu can. yanımda şişe vardı ya.

can : anne olmaz. çok ayıp olurdu !

anne : karanlıkta kimse görmezdi ki.

can : olşun anne. çok kişi vardı.


bak işte. bir de çocuğun günahını almışım :))))

seyretmek istiyormuş da çişi varmış meğer:))


bu arada gittiğimiz film de elbette bu :

3 Temmuz 2009

kilyos...



eveeett.. ayağımızı denize de soktuk :))




bu sene maddi sebeplerden dolayı tatil planlarımız maalesef rafa kalktı.

bundan dolayı yakın yerlerin denizini tercih etmek durumunda kalacağız.

kocamın marmara denizine karşı alerjisinden dolayı geriye tek

alternatif kalıyor. karadeniz ve kilyos.


bu arayışları yaparken birden aklıma bir kenara attığım

bir dergi geldi. mayıs ayında aldığım bu dergide kilyosdaki bir "beach"e

bedava sezon giriş kartı veriliyordu. atladık gittik ve gerçekten de bir

sezonluk ücretsiz giriş hakkı kazandık:) aslında ilk açıldığı dönemlerde

çok sık gittiğim komuşu beachten, önümdeki kadının çantasını

darman durman edip buldukları yarım paket bisküviyi aldıktan sonra,

çok soğumuştum. neymiş yiyecek içeçek getirmek yasakmış ! bir daha

da gitmemiştim. ancak şu an bir çocuk olunca, üstelik de kum ve deniz

hastası ise mecburen bu alternativi de göze almalıydık.

havanın biraz kapalı ve de saatin geç olması sebebiyle çok fazla

kalabalıkla karşılaşmadık. deniz de kum da tertemizdi.

özellikle de kum tam can'ın oynamaktan zevk aldığı gibiydi.



dönüşümüzde güzel yeşillikler içinde bir yerde yemek yedik.

benim deli oğlan hemen kendine arkadaş buldu:)






ancak en büyük problem dönüşümüz oldu. 45 dakikada gittiğimiz yerden tam 2.5 saatte geri döndük. özellikle bahçeköy cehennem gibiydi.bu demek ki bir daha gidişimizde daha erken yola koyulacağız:)