29 Nisan 2009

PTT maceralarım...



sanırım ptt ile alakam olmayalı bir asır olmuştu. hele ki internet, mailler, cep telefonları
çıkınca iyice kopmuştuk sevgili ptt ile :)

ta ki sevgili serrose 'un bahsettiği postcrossing ile tanışıncaya kadar.. poscrossing kart alışverişi sitesi..siteye üye olup adresinizi veriyorsunuz. başlangıçta da 5 adres
ediniyorsunuz. bu kartlar karşı tarafa ulaşıp size verilmiş olan numarayı
kaydedince yeni adres edinme hakkı edinmiş oluyorsunuz.
başlangıçta can sıkıntısından üye olduğum bu olaya şimdi çok severek
katılmaya başladım. hayatta alakamın olmayacağı ülkelerden kartlar aldım, hatta
2 si ile mektup arkadaşlığı başladı. kartlar ve özellikle de pullar harika. birçoğu da
zaten bunu pullar için yapıyormuş. bunların arasında gelen bir tane ise beni
çok etkiledi. gelen kart 8 aylık bir bebeğin ağzından yazılmıştı. bunu babasının
başlattığını ve büyüyene kadar onun için biriktireceğini yazıyordu.
ben de bunları minik cüceme koleksiyon yapmaya karar verdim. belki o da
büyüdüğünde bunu devam ettirir.
serrose hızını alamadı ve bu işin bir çeşit yerli versiyonunu uygulamaya başladı.


bu olay için de uygun kartpostal bulup göndermek gerekiyordu.

bu aksiyonların sonucunda 2 olayı anlamış oldum :) birincisi memleketemizde

kartpostal seçeneğinin çok az olmasıydı, ikincisi de her ptt şubesinin kafasına göre

darvanmasıydı. birinci için en sonunda cağaloğluna indim ve üretici satış mağazalarını

buldum. ancak ikinci için hala bir çözüm bulamadım :)


1. ilk gittiğimde işin biraz acemisiydim ve çalışanın da işine geldiği için bana

sormadı bile, direkt makinadan geçirip tümüne 50 kuruş aldı.

2. ikincisinde merkez şubeye gittim ve benden avrupa için 50 kuruş, daha

uzaklar için de 80 kuruş aldı. "ilkinde benden sadece 50 luruş alındı" dediğimde

ise "yanlış alınmıştır" dedi. peki dedim.

3. üçüncüsünde bana aslında uzak olan, ama başka bir olay için gittiğim bir

şubeden göndermek istedim. bu defa da demesin mi avrupa için 60, daha uzak

için 85 kuruş diye. "nasıl ya" dedim !! "herkes farklı mı alıyor?"

" yo" dedi hatun " yanlış almış." peki dedim.


4. dördüncüsünde bana sormadan makinadan geçirmeye kalkışınca itiraz edip pul

istedim. "ama bende sadece 85 kuruşluk var" dedi. "nasıl ya" dedim yine !!

"e ne yapayım, sonuç olarak benden pul isteyen yok pek, ben de ciro hakkımı

pula harcayamam " dedi. peki dedim.

5. beşincisinde pul bile yoktu !

6. yine merkez şubeden attım ve benden yakın için 50 kuruş, uzak için 80 kuruş aldı.

" peki daha önce 60,85 aldılar " dediğimde. " yanlış almışlar" dedi !!

ha bir de hangi şubeydi diye sordu. söylediğimde ise açıklaması inanılmaz eğlenceliydi.

" ha o şube geçenlerde soyuldu. sanırım kafaları karışmış." :)))


tüm bu ziyaretlerden edindiğim sonuçlar :

- çalışanlardan pul istemek veya yapıştırmaları inanılmaz eziyet gibi geliyor.

- her şubedeki ciro, dolayısıyla da oradaki malzemeler çalışanın keyfine kalmış.

- en iyisi bu gönderimi merkez şubelerden yapmak.

kahretsinnnn:(((((

yine can yakan bir haber ..

yine yürek acısı...

sabır diliyorum :(

24 Nisan 2009

annemin cicileri:)

sevgili enne ' ye özendim:)
ben de annemin yaptığı cicilerin resimlerini yayınlıyayım dedim :)
sanırım 9 sene önceydi. can sıkıntısından dolayı başlayan bu merak ciddi
ciddi tutkuya dönüştü. yaptığı örtüler, panolar deli işi:)
işte bunlardan bazıları ...



özellikle dantel ve boncuklu yaptığı bir örtü var ki, açmaya kıyamıyorum:)bir ara onlarından resimlerini koymalıyım.

23 Nisan 2009

işte bu :)))

şu sıralar feci babacı oldu. sürekli ördek yavrusu gibi peşinden gidiyor.
bu aslında biraz işime geliyor. bana olan düşkünlüğü korkunç boyutlara
gelmişti. yine böyle andaki diyalog...

baba yeni bir gömlek deniyor.

can : baba, bu yeni mi?

baba : evet oğlum.

can : babaa sen moda canavarı oldun :)))

baba : ??

sonra öğreniyoruz ki sünger bob bunu arkadaşı patrick'e söylermiş hep:)

aynı günün sonunda ise bu duruma denk geldim. sizce bu durumda kim moda canavarı :))


19 Nisan 2009

damlaya damlaya..

göl olur demiş sevgili atalarımız.
bu zamanda zaten akmıyor ki artık, değil mi :)
sadece damlıyor..

ben de anneme destek olmak amacıyla yaptığı
ürünleri http://www.pasaj.com/ sitesine koydum. elişi,
özellikle de kırkyama(patchwork) konusunda
benim aksime çok yeteneklidir. hazırladığı yatak
örtüleri/panolar muhteşemdir.

siteye koyduklarımın arasında bizim ailenin vazgeçilmezi
beztorbalar da var. bez torba kullanma alışkanlığı almanyadan
kalma bir alışkanlık. orda naylon poşetler yüksek bir rakama
satıldığından dolayı bez torba/file/sepet kullanımı yaygındır.
burda da özellikle pazarlarda kullanılan o iğrenç çöpten üretilen
poşetleri görünce annem oturup etrafında herkese bu torbalardan
yapmıştı. aynı zamanda benim gibi küçük çocuk sahipleri için
de çok işe yarıyor. bazen kiyafet torbası, bazen oyuncak torbası
oluyor. plajda/havuzda da çok kullandık. yıkanabildiği için de
tertemiz kalıyor.

artık aldığımız her üründe dönüp çevreye zararı ne kadar
diye düşünmek zorunda kaldığımız zamanımızda bu tarz
ürünler gerçekten işe yarıyor.

ben de hem geçenlerde okuduğum pazarfilesine dönüş kampanyasına
hem de anneme bu şekilde destek olayım dedim.
doğru yapmış mıyım :)

bana göre herbirinden sadece tek ve elişi olan bir ürün, aynı zamanda
çok güzel bir hediye seçimidir.

16 Nisan 2009

suçlu ...

işte bu kitap :)) uzun süredir herkesten uzak kalma sebebim:)

hatırlarsınız, bir süre önceki bloglararası hediyeleşme
sonucunda sevgili çınar tarafından hediye edilen kitap bu...

elime aldım ve bırakamadım.. cidden hiçbirşey ile
ilgilenmeden okumayı özlemişim...
bundan dolayı bilgisayarın kapağını bile açmak istemedim.

çok aşırı tasvir ve ayrıntıya girmediği için konu çok akıcı.
dünyanın iki ayrı köşesinde aynı gün doğan ve bir noktadan
sonra hayatları kesişen iki insanı anlatıyor.

eski trt günlerinde " ellis adası" diye bir dizi vardı,
o dönemde hiç kaçırmadığım bir diziydi,
alternativi de yoktu ya zaten. kitabın konusu bu diziyi andırıyor..

özellikle uzun vadede geçen olayları anlatan roman ve filmleri severim.
seçim çok doğru . bir kere daha teşekkürler çınar:)

bir kaç gün sonra herkesi ziyarete geleceğim :))


hmmm bir de şu blog ödülleri durumu var..
yarışan bloglarda genelde direkt siteye yönlendiren bir link var.
ancak ben ne yaptıysam bu bannerlerden birini alamadım.
benim linkim http://2009.blogodulleri.com/blog/can-bey-ve-annesi..
o denli profesyonelce hazırlanmış blog arasında iddiam pek yok
ama hani olur da boş vaktiniz olur, uğrar bir tık ederseniz sevinirim:)

14 Nisan 2009

yorumsuz :)



can : annee..


anne : hmm ?


can : biliyor musun, seni çok seviyorum, amaa..


anne : ama ?


can : ama çileği daha çok seviyorum ...


13 Nisan 2009

kahroluyorum...

her geçen gün daha da fazla...

işte bu haberlerden dolayı :(((

her geçen gün bu ülkede yaşamak ve

olanlara seyirci olmak daha da acı veriyor.

geleceğimi göremiyorum...

kahroluyorum...

12 Nisan 2009

sobe 3

ühüü unuttuğum bir sobe.. biraz geç de olsa :) sevgili koza sorry ...

Yaptığım 4 İş : sondan başa anne ve evhanımı, pazarlama müdürü, müşteri temsilcisi

Defalarca İzlemekten Sıkılmayacağım 4 Film: gariptir ama ben de koza gibi tüm çizgi filmlere bayılıyorum:) onları sıkılmadan sürekli izleyebilirim. mistik korku filmlerini de defalarca
seyredebilirim. şimdi isimleri aklıma gelmedi:)

Yaşadığım 4 Yer: almanya,antakya, istanbul,

İzlediğim 4 Televizyon Programı: chuck, how ı met your mother, asi, alman tv

Tatil İçin Gittiğim 4 Yer: (sondan başa yapayım, çünkü tatil için gittiğim yer çok :)) çeşme, saroz, izmir, assos/bozcaada/gökçeada

En Sevdiğim 4 Yemek: etli yaprak sarma ( ama sadece annem yaptığı zaman) kıymalı börek, taze fasulye, yoğurt çorbası

Hemen Şimdi Olmak İstediğm 4 Yer: bir kum havuzunda oğluma beraber kaleler yapmak, sinemaya gitmek, spor salonunda olmak(üşenmesem:)) , maldivlerde bir palmiye altında yatmak :)

Bir Yağmur Damlası Olsaydım Düşmek İstediğim 4 Yer: aklıma birşey gelmedi:)

9 Nisan 2009

kaçırır mıyız :)

elbette emirgandaki rengarenk güzellikleri görmemiz gerekiyordu:)

pazar günü güneşli havaya rağmen buz gibi esen rüzgara inat
kahvaltımızı orda yaptık. anne/anneanne/teyze ve cüce dörtlüsü
olarak. ama ciddi ciddi üşüdük :)


















sonra güzelce ısındık :)


















izledik, hayran kaldık, eğlendik, dinlendik....





















eee ediz hun'ların, emel sayın'ların, kartal tibet'lerin bunca
film çevirdiği mekanda güzel bir türk filmi pozu vermeden
olmaz, değil mi :)














sobe 2

geciken sobelerden biri :) sevgili tabiat ana ve aysema sobelemiş :



1- çocukken, çok istediğim halde, bir müzik aleti çalma şansımı kaçırdım.

2- çocukken ( hala da öyle ya ) hayalgücünden yoksundum.

3- çocukken ailemin beni başta türkiye'de bırakmalarından dolayı yaralanmış olabilirim.

4- çocukken süper bir mimar olmayı hayal ederdim.

5- çocukken sadece ve sadece kitap okumak isterdim.

6- evimizde asla bir eksiklik olmazdı..

7- çocukken arkadaşlığa ihtiyaç duyardım. ( bu konuda biraz çekingendim)

8- bir daha asla genç olamayacağım için üzgünüm.

9-yıllar boyunca geçmişte farklı davransaydım şimdi nasıl bir hayat yaşardım diye merak ettim.

10-yaptığım bazı hatalardan dolayı ailemin de düzenini bozduğum için kendimi hep suçladım.

8 Nisan 2009

sobe 1

sevgili serrose beni sobelemiş. ancak yeni cevaplayabiliyorum :)

Konusu 'Bu aralar aklınızda beyninizi kurcalayan, almazsam gözüm açık giderim dediğiniz, hatta almak için yanıp tutuştuğunuz, rüyalarınıza giren 3 ürün nedir?' miş..

1- biliyorum temcit pilavı gibi hep aynı şeyi söylüyorum ama ben işte böyle bir ev istiyorum :)














--------------------

2- çok fazla takı merakım olmasa da güzel takıları severim, ve hayatımda hiç pırlanta sahibi olamadığım için (alyansdaki miniminacık taşı saymıyorum) şu setlerden mutlaka istiyorum :)




















---------------
3- bir de şu tarz elbiselerden giyebilmek için zayıflamak ,zayıfladıktan sonra da bu elbiselerden 100lerce almak istiyorum :)

neden ???

neden sürekli barajlar artık doldu diye haber yapıyorlar ???

yine heryerde şakır şakır apartman yıkanıyor, balkonlarda
halılar temizleniyor, hortumlarla bahçe suluyorlar.

neden biz bu kadar balık hafızalıyız ve geleceği hiç düşünmüyoruz??

neden ??

7 Nisan 2009

tüccar oğlum..

markette kasanın başındayız..

elinde "şıngırdağından" aldığı 1 tl ile 2 çikolata almaya çalışıyor
ancak parası yetmiyor. ana-oğul bağrışıyoruz.

anne : oğlum, bir tanesini bırakmalısın. paran yetmiyor.
can : ama ben istiyorummm. yetecek anne.
anne : ama olmaz ki. başka paramız yok..
can : ama anne ben iki şeyi de istiyorummm.

tabii bu arada kasadaki kuyruk uzadığı için anne
pes etmek zorunda kalıyor.

anne : bak oğlum. sana bugünlük borç veriyorum.
bundan sonra kesinlikle elindeki para kadar
alışveriş yapacaksın.
can : of anne, bana para vermezsen ben de seni satarım !
anne : !!!????

üstelik bu, akşam babası geldiğinde de devam ediyor.
can : baba bak kızdırma beni, seni de satarım..

6 Nisan 2009

yaaaa..

dün çoook sinirlendim... neden mi ?

aptal ötesi bir cip nişantaşı trafiğinde arabama

arkadan tosladığı halde durmayıp kaçtığı için !!!!

üstelik yanımdan hızla geçerken de ben

suçluymuşum gibi küstahça baktığı için !!!

beyinleri bu kadar küçük olduğu halde bu koca

arabalara bindikleri için !!!

ya bu insanlar nasıl bu kadar rahat

" HEM SUÇLU HEM GÜÇLÜ "

durumuna geliyorlar ???!!!!

5 Nisan 2009

umutla takip ediyorum...

http://laraakmehmet.blogspot.com/

belki siz de...

belki umutlar birleşince..

1 Nisan 2009

ne yapmalı ?



bahsetmişimdir, çocukluğumu ve gençliğimin bir kısmını Almanya ‘da geçirdim. lise 2 den itibaren babamın ani rahatsızlığı nedeniyle Türkiye’ye kesin dönüş yapmak zorunda kaldık. üzücü bir sebep ve de plansız bir dönüş olunca bu ülkeye alışmakta çok zorlandım. (halen de çok sevdiğimi söyleyemem.) annem ve babam vardiyalı çalıştıkları için çoğu zaman birbirlerine ve bizlere denk bile gelmiyorlardı. bizler ise genelde her şeyi kendi başımıza yapabiliyorduk. Şartlar ve de yetiştirilme bunu gerektiriyordu. hatta küçük yaşıma rağmen benden 8 yaş küçük kız kardeşime bile bakabiliyordum. sabahın 7 sinde ve gece karanlığında yola düşer, en az 1 kmlik yolu (üstelik bu yolun bir tarafı ormanlıktı) yürüyerek gider, otobüse biner ( orda servis denilen kavram pek yoktur), otobüsden indikten sonra da yine 1 km kadar okula kadar yürürdük. eve döndüğümüzde bizi karşılayan anne ve babamız olmazdı. öğle yemeğimizi kendimiz hazırlar, ödevlerimiz için kimseye ihtiyaç duymazdık. bizler “Schlüsselkinder” dik. yani “ anahtar çocukları” . ama bundan kesinlikle şikayetçi değildik. çünkü biz bağımsızdık, bizler kendi problemlerimizi kendimiz çözerdik. elbette bizi aştığı zaman anne- babamız her zaman yanımızdaydı. ama çoğu zaman gerek duymazdık.

Bu şekilde yetişmiş biri olarak yurdumun bazı annelerini anlamakta zorluk çekiyorum.
karşı komşum mesela. oğlu 12 yaşında ve hala 300 mt ilerdeki okula kendisi götürüyor ve getiriyor. hatta geçen gün onu ilk defa evde yalnız bıraktığı için ona dikkat etmem için bana tembih etti! aynı şekilde can’ı yuvaya götürürken de her yaş grubundan öğrenciye ve beraberinde de velilere rastlıyorum. elbette istanbul’un şartları ağır. Kaldırım yok. Olduğu yerde de araba park edilmiş. etrafta tuhaf bir sürü insan var, trafik ise asla yayaya öncelik vermiyor, bu küçüçük bir çocuk da olsa . çocukların çantaları ağır., gibi gibi. yine de garibime gidiyor.

ta ki geçen gün bir olaya tanık olana kadar. sabah feci bir yağmurun altında 8 yaşlarında bir çocuk, omzundan düşmüş koca bir çanta, önünde beslenme çantası, elinde su şişesi, yüzü gözü atkılarla kapatılmış, yolda yürüyor. o anda arkasından şak diye bir araba çıktı. ancak onun bu şartlar altında arabayı fark etmesine imkan yoktu. Karşıdan gelen liseli bir abla onu o anda yana çekmeseydi, kesinlikle arabanın altında kalırdı. yüreğim hop etti ve o anda onu bu halde tek başına sokağa bırakan anneye çok kızdım. sonra kendi düşüncelerime inanamadım! bu konuda sürekli etrafını eleştiren ben tam ters tarafa geçmiştim. 1 sene sonra bizim de okul maceramız başlayacak. eminim bir süre ben de onu okula getirip götüreceğim. gönlüm hala onun bunu tek başına yapabilmesinde. özellikle yakın bir ilkokul istiyorum ki, servise de binmek zorunda kalmasın. Ama uygulayabilecek miyim? yoksa koruyucu halim mi ağır basacak? Kafam karışık….