30 Aralık 2009
ruhumu kaybettim.. hükümsüzdür..
ama kendimi toparlayamıyorum... ne yaparsam yapayım olmuyor..
belki yeni bir sene güzel yenilikler getirir ve onu yeniden bulurum..
herkese iyi senelerr...
11 Aralık 2009
nankör adam..
zaman çok hızla geçiyor. anaokuluna tüm hızıyla devam ediyor ve
korktuğum başıma geliyor. her gün bir şikayet ile dönüyoruz eve.
ya öğretmeninden ya da başka bir veliden. vuruyor, çok konuşuyor,
tembellik yapıyor, kavga ediyor......böyle sıralanıyor her gün.
şimdilik kulaklarımı tıkamaya ufak cezalarla hizaya sokmaya
çalışıyorum. ama seneye?
bu arada elbette incilerini de unutmamaya çalışıyoruz.
işte bazıları :)
yine ozyon ( televizyon ) seyretmeyi çok abarttığı bir gün
kavga ettik. tvyi kapattım. bundan dolayı somurtup oturuyor
ve teyzesiyle dertleşiyor :
can : keşke annem ve babam robot olsaydı.
teyze şaşkın: neden ?
can : bana ozyonu kapat, odanda oyna, şunu yap , bunu yap
diyen biri olmazdı o zaman.
-------------------------------------------------------
ona sürekli canım, aşkım, bebeğim diye seslenmemiziyasakladı.
anneanne sordu : neden ki ?
can : ben sizin aşkınız değilim ki.
anneanne : aşk nedir ki ?
can gider anne babanın bir düğün fotografını alır ve
cevaplar : işte aşk bu ..
--------------------------------------
anneanne ile semt pazarındalar . yine onu istiyorum
bunu istiyorum diye tutturma modunda. onların yanında
bulunan yaşlıca bir hanım şakayla olaya müdahale eder.
hanım : aa ama yeter. üzme bakalım büyükanneyi.
can şöyle bir süzer ve cevabı yapıştırır: siz beni fırçalamak
için biraz yaşlı değil misiniz ?
not : dikkatinizi çekerim ama. kendinden çook büyük insanlara
hep siz diye de hitap ederiz:))))
---------------------------------
anne oğul alışverişte. o ara büyük bir avm nin önünde orkestra çalıyor.
anne : a cano . gel dinleyelim.
can : tamam.
anne : bak kuzum. bir flüt. ( anne de bilmediğini düşünerek
ona bildiği bir çalgının adını söylüyor. )
can : anne o flüt değil, o bir trombon.
anne : !!!!!
----------------------------------
bir mezarlığın önünden geçiyoruz.
can : a anne bak. burda hayaletler dolaşıyor.
not : fotomuz son moda !:) ayrı çoraplar giymek !:)
10 Aralık 2009
iyikidogduk...:)
başlatmıştı.. ben de şu son aya kadar hiç aksatmadan kutlama
kartlarını göndermiştim. arada maalesef kaybolan da oldu.
onlara hatta ikinci kez gönderdim. postcrossing'ten dolayı çok
sevdiğim bu kartlaşma olayını blog aleminde, hem de anlamlı
bir sebeple oluşturabiliriz diye düşünmüştüm. yanılmışım :(
maalesef bana sadece tibet'in annesi ve nazpek'ten geldi.
biraz gecikmeli de olsa onlara çoook teşekkür ediyorum.
serrose bu konuda en son bir duyuru da yaptı. umarım
bundan sonra da istikrarlı oluruz. gerçekten çok güzel bir
hatıra :)
not : asıl blog şifreli elbet. ilgilenenler serrose'un sayfasından
ulaşabilirler.
3 Aralık 2009
ara'da olanlar...
25 Kasım 2009
dikkatli adam..
27 Ekim 2009
26 Ekim 2009
rahmi koç müzesi eğitim atölyeleri..
atıyoruz hemen kendimizi:)
epeydir niyetlendiğim bir yere gittik cumartesi.
rahmi koç müzesi anasınıfı eğitim atölyesine..
özellikle bu haftaki konu tam oğluşa göre diye çok sevinmiştim.
ancak parmak boyası ile yapılan faaliyetlere bayılan benim oğlan
ilk 15 dakikada sıkıldı. üstelik elinin altında istediği renkte ve miktarda
boya, kağıt ve de çok tatli bir öğretmen olmasına rağmen :(
buket hn çok sabırlı, bir o kadar da pozitif enerji saçan gencecik
bir öğretmen. ben çok sevdim. sanırım benim bücür de çok
hoşlandı ki, resmi bırakıp "öğletmenim " diye sürekli sırnaştı :))
1.5 saatlik sürenin sonunda da bir güzel yine müzeyi geztik.
aslında bu eğitimler müzenin önüne yerleştirilmiş fenerbahçe
vapurunda yapılıyormuş. ancak şansımızdan o gün tadilat
olduğundan dolayı müzenin içinde yapılmış:(
hansel ve gretel..

tecrübelerimize benzeyecek diye korktum, ama boşa çıktı. başta herşeye
olduğu gibi istemiyorum diye itiraz etse de , severek ve her cümleye
müdahele ederek izledi:) üstelik kendi gibi çılgın bir de abi buldu.
yuvada iken nerdeyse 10 günde bir gidiyorlardı. öğretmeni onun
hep en ilgili çocuklardan biri olduğunu söylerdi. sinemaya her
gidişimiz fiyasko ile sonuçlandığından dolayı pek inanamıyordum.
bundan sonra sinema yerine bol bol tiyatroya gideceğiz.
bu arada oyun da şu . gerçi bildiğimiz hansel ve gretelden biraz
farklıydı ve bana göre biraz da fazla yavaştı. ama çocuklar eğlendi.
hele ki benim oğluş herşeye burnunu soktu :))
21 Ekim 2009
ufo :)
popi popi kağıdı - fotokopi kağıdı
lüppen - lütfen
rekram - reklam
karalengi - kahverengi,-
inernet - internet
ozyon - televizyon
bunlar son bebek ifadelerimiz:) hele ki popi popi kağıdına bayılıyorum...
aslında geçen seneden bu yana kelimelerimiz tane tane , cümlelerimiz de
oldukça düzgün. hatta bizim bile normalde kullanmadığımız kelimeleri
öyle ustalıkla kullanıyor ki, şaşıp kalıyoruz.
popi popi kağıdı diyen bu bebek ise yukarda kendi başına UFO yapmış:)))))
kağıdın altında da aynı şekilde yuvarlak tabak koymuş içine de uzaylı ve
silahını da eklemeyi unutmamış !! akıllı bebeğim benim :)
20 Ekim 2009
yaptırmalı mı yaptırmamalı mı ?
ne kadar da şiirsel değil mi...
hep merak etmişimdir şu isimleri kim neye göre verir diye..
şu sıralar hep bu soruyu düşünüyorum, yerli yabancı siteleri
okuyorum. tüm dünya bu çelişki içinde.
genel olarak aşılar konusunda tereddütlerim çok aslında. özellikle
iki olayı okuduğumdan bu yana. birincisi ismini şimdi hatırlayamadığım
amerikalı bir mankenin yaşadıklarıydı. oğlu 2 yaşından sonra aniden
davranış bozukluğu göstermeye başlamış ve otistik teşhisi konmuş.
onun ısrarlı araştırmaları sonucunda bunun tam da karma aşısı
yapıldığının ertesinde ortaya çıkması ve buna benzer aslında bir çok
vaka olduğunu görmesi bu aşılar konusunda savaşmasına sebep
olmuş. oğlunun yediklerinin değişmesine kadar herşeyi deneyerek
oğlunun yeniden eski haline kavuşmasını sağlamış.
ikincisi ise bir kaç sene önce okuduğum bir olaydı. burada doğan, ancak
5 yaşlarında ailesiyle birlikte yurtdışına yerleşen bir çocukla ilgiliydi.
8 yaşlarında sınıfta verem olmuş ve yıllardır bu hastalığı yaşamayan
okul panik olmuş. sebebi ise , aslında engellemesi için yapılan
verem aşısı imiş.
şu anki standart grip aşılarını bile mantıklı bulmazken bu domuz gribi
aşısını çocuğuma yaptmalı mıyım diye çok düşünüyorum. sonuç olarak
aşılarının içinde de zayıflatılmış virüsler var. neden çocuğun vücuduna
bu virüsleri yükliyeyim ?
komplo teorileri de hiç bitmiyor zaten. aşıyı satan firmanın bu virüsü
yaymadığı ne malum? şu an tüm dünya ülkelerine milyarlarca aşı
satıyor adamlar...
okuduğum kadarıyla tıp dünyası da aynı şekilde ikiye bölünmüş.
kimisi bu gribin aslında bildiğimiz gripten çok daha masum ,
sadece dikkat edilmesi gereken en önemli hususun dinlenmek
ve hijyen olduğunu iddia ediyorlar. diğer bir kısım ise bu salgının
1920 yıllarındaki ispanyol salgını gibi büyüyeceğini düşünüyor.
yani yaptırmalı mı yaptırmamalı mı ?
dibin notu : işte çok doğru bir yazı . yılmaz özdilden tık
15 Ekim 2009
gerçekçi adam :)
o masal..
12 Ekim 2009
tabure...
bizde tam 6 tane var !! e boy 113 cm (maşallahhh:)) olup da bu
tabureler her yere taşınınca gizlenmesi gerekenler artık
gizlenemiyor. mesela çikolata, mesela bisküvi, ya da eline
geçen herşeyi kestiği için makas ve kukkal ( tutkal:)), ya da
kumandalar, fotoğraf makinasi, cep telefonları........ liste böyle
uzar gider. şaşmış durumdayım..:)

ha arada bir de asıl işi olan oturma işini de yapmıyor değil bu tabureler:))

10 Ekim 2009
beni ben yapanlar...
konusu : beni ben yapanlar
- maymun iştahlı ben. herşeye özenir, alır, başlar ama devamını
getirmem. bu her türlü alan için geçerli, elişi, kurs, spor ...
- kozmetik düşmanı ben. nerdeyse 5 senedir yüzüme krem dahi
sürmüyorum. allaha şükür gerek de kalmıyor. makyaj ile de aram
hiç yoktur.
- takıntılı ben.. daha önce de bahsettiğim gibi bazı konulara kötü
takılırım.. bunları da çook büyütürüm. buna bağlı olarak da bazen
gereksiz yere patlarım.
- kitap hastası ben.. her ne kadar şu sıralar eskisi kadar okuyamasam
da kitap hastasıyım. kitap kokusu benim için vazgeçilmezdir.
- sivri dilli ben.. dayanamam, söylerim. içimde kalmaz. bundan
dolayı çok kaybetmişimdir.
- agresif ben.. bu tarafım son dönemlerde çok arttı. şartlar çok
ağır. ama bazen bu şekilde olmadan işler yürümüyor. mesela,
sabah 9da marketteyim. oğluş eve dönmeden büyük alışveriş
yapmalıyım. araba dolu. arkamda en az 5 kişi ellerinde ekmek
ya da poğaça gibi tek tük şeylerle duruyorlar. biri sessizce
sesleniyor" başka kasa yok mu" . " hayır yok" diye cevap
alıyor. kadın fıs sönüyor ama öf pöf diye bana söyleniyor.
ben dayanamıyorum. kasiyere sesimi yükseltiyorum.
"nasıl başka kasa olmaz ?? burdaki insanları beni beklemek
zorunda değil ki, üstelik burda 4 boş kasa var."
birden 2. kasa açılıyor ve arkamdaki kadın koşa koşa gidiyor.
giderken " evet söylemek gerek hep bunlara" diyor.
e be kadın sana yeni kasa açılması için benim mi bağırmam
gerek ...
- düzen takıntılı ben.. yani şu hastalık şeklinde değil. ama
bulaşık makinemin belirli bir sıralama düzeni vardır,
çamaşır asma düzenim önemlidir. ya da temizlik günüm
pazartesidir mesela, bunlar şaşarsa çok huzursuz olurum.
çalıştığım dönemde bu çok daha vahimdi. dağınık bir
masada asla çalışamazdım.
- depresif ben ... her zaman bardağın boş tarafını
görenlerdenim. ne yaparsam yapayım bunu aşamadım.
- korkusuz ben.. 18 yaşımdan bu yana yalnız yaşayan
biri olarak kendi ayaklarımın üstünde dururum. evde
yalnız kalmak, karanlıkta uyumak benim için hiç
problem değildir. hatta okuduğum dönemde geceyarısı
istiklalde boydan boya tek başıma yürümek de gayet
normaldi.ama şimdi yap deseler.. olmaz derim :)
8 Ekim 2009
oğlum büyümüş mü ne:)
önlerinde dolanacaksın, sabahın köründe ya da gece yarısı
beslenme çantaları hazırlayacaksın, sabahları küçük adamla
ne giyeceği konusunda kavga edeceksin, siz delisiniz
derdim. yabancı müşterilerin ziyaretleriyle boğulmuş,
sürekli koleksiyon hazırlığı yapmaktan nefesi kesilmiş,
etrafımdaki insanları düzenlemekten canı çıkmış biri
olarak aklıma gelen en son şey çocuk sahibi olmaktı.
ama oldu. sessiz sedasız geliverdi:) hangi arada bu
kadar büyüdü de okula bile başladı:)
geçen gün blogdaki ilk yazılarıma baktım ve ne çok
hızlı değişim gösterdiğini bir kere daha gördüm.
bu açıdan bu blog gerçekten de amacına ulaşıyor sanırım.
e elbette hazırlık sınıfındaki ilk günlerinden hatıralar
olmazsa olmaz, değil mi:)


bu arada öğretmenimiz ilk veli toplantımızı yaptık.. ilk baştaki olumsuz
görüşüm biraz azaldı. özellikle çocuklar hakkında bilgi sorulduğundaki
cevabı tam yerindeydi.
"onlarla henüz yeni tanıştım. şu an henüz yorum yapamam." dedi.
etrafımda gördüğüm , bloglardan okuduğum ve daha ikinci gününde
şikayet eden öğretmenlerin yanında tam bir artı puan aldı.
üstelik benim cin ali oğlum da daha ikinci gününde arkadaşıyla
şiddetli bir kavgaya tutuşmuş olduğu halde, onu bana şikayet
etmedi. " paylaşmayı öğrenecekler daha." dedi ve kestirip attı.
içim sanki biraz rahatladı..
6 Ekim 2009
cahil anne...
istanbul'un kurtuluşu..
şimdi bunu hatırlamadığıma (bilmediğime) mı yanmalı,
bugün tatil olduğunu bilmeyerek çocugu
sabahın köründe okula taşıdığıma mı ???!!!
dün yine burnumuz feci aktığı için gitmemişti,
yazmışlar pencerenin önüne tatildir diye..
benden başka bunu yapan alık biri var mı ?:(
hem bugün tatiller neden kapalı yahu?
kurtuluşun okullarla ilgisi ne ?
bundan sonra hergün " acaba bugün hangi
sebeple okullar kapanacak" diye sürekli
haber mi seyretmeli yada internet mi okumalı?
tecrübeli annelere soruyorum. bu tarz
bilgilendirmeleri takip edeceğim bir yer var mı
internette mesela?
en azından oğluşun mis gibi uykusunu bölmiyeyim.
5 Ekim 2009
şükretmeyi unutmamalıyım.. unutmamalıyım.. unutmamalıyım....
oğluşun elinde bunu görünce birden çoook eskilere gittim.
hatırlar mısınız bu sakızları ? bir zamanlar sadece bunlar
vardı. şıpsevdi, tipitip.. içlerinden de hep bu tarz güzel
sözler ya da şiirler çıkardı. özellikle bu “love is..” ile
başlayan cümleler ortaokulda olduğum dönemde
almanya’da da çok modaydı. bu slogan ile başlayan binbir
çeşit ürün bulabilirdiniz. Bayılırdım bunlara..
ama daha da önemlisi bunun üstünde yazan cümleydi.
“ aşk birbirinizle geçirdiğiniz her güne şükretmektir.”
bunun bana hatırlatılmasına yine çok ihtiyacım var şu sıralar.
çünkü oğluş feci zorluyor .. yaklaşık 2 aydır 2 yaşlarında bile
yaşamadığımız kadar kötü bir “terrible” dönem geçiriyoruz. parkta,
markette, sokakta dahi olsak istediği olmadığı zaman kendini
yerlere atıyor, bas bas bağırıyor, deli gibi ağlıyor. öyle
sürükleyerek götürmek zorunda kalıyorum ki, yakında çocuk
kaçırmaktan şikayet edilirsem hiç şaşmayın.
geçen gün gittiğimiz bir alışveriş merkezinin 1.90lık güvenlik
görevlisi bile adamı zapt edemedi. daha sonra bindiğimiz
takside bir süre bağırdıktan sonra sustu, elindeki şekeri açmaya
başladı ve dedi ki” şu şekerim bitsin, merak etmeyin ben yine
bağırmaya başlayacağım”. gülsem mi ağlasam bilemedim..
kendime telkin haricinde aklıma bir şey gelmiyor şu sıralar..
yani…
şükretmeliyim…
şükretmeliyim…
şükretmeliyim…
ha bir de şu faaliyetlerine bakıyorum. aslında ne kadar cinali
olduğunu görüyorum ve yine başlıyorum..
şükretmeliyim…
şükretmeliyim…
şükretmeliyim…
çılgın aşkım benim :)
3 Ekim 2009
yeni favorilerim..
gerçi kumanda gündüz can beyin, gece de babanın elinde olunca
pek seyretmeye fırsat bulamıyorum. ama tekrarını mutlaka
yakalıyorum..
birincisi balkan düğünü .. show tv de.. gercekten de eğlenceli.
fazla düşünmeyi gerektirmeyen, hoş bir dizi. hele o şiveli
konuşmalar süper..
diğeri ise cnbce-e deki leverage.. seyretmeyi en çok sevdiğim
polisiye tarzı. dolambaçlı yollar, süper ayrıntılı planlar, sonu hiç
beklenmedik. şiddetle tavsiye ederim..
bir de melekler korusun var. aslında bu yeni değil, ama geçen
sezon pek ilgi göstermediğimden bu sezon yeni olarak izlemeye
başladım.
1 Ekim 2009
ukala adam..:)
25 Eylül 2009
dün kanım dondu...
apartmanın altındaki bahçede 4 çocuk oynuyor. Can yaşlarındalar,
biri de kız.. buraya kadar herşey normal..
birden içlerindeki en kısa olanı toprağa ittiler. o kalkmaya
kalkıştıkça diğerleri üstüne abandıkları gibi, tekmelemeye,
vurmaya, tokat atmaya, hatta üstünde zıplamaya başladılar !!
çocuk ağladıkça ve kalkmaya çalıştıkça tokatlar, yumruklar
artmaya başladı. üstelik üçü aynı anda vuruyordu.
balkondan büyük kim var diye bakınmaya çalıştım.
kimseyi göremedim. en sonuda avazım çıktığı kadar bağırdım.
önceleri duymadılar, artık tam inip olaya müdahele edeyim
derken bir tanesi etrafına bakındı. ben de tekrar seslendim.
hemen dağıldılar..
şimdi diyebilirsiniz. " bunlar çocuk, elbette oynayacaklar,
kuduracaklar." ama bu böyle birşey değildi. resmen
çocuğa işkence ettiler. o vururkenki hırslarını tarif edemem.
hani şu sıralar internette moda ya.. liseli serseriler zavallı
birini aralarına alıp dövüyorlar ve bunu da videoya çekip,
nette yayınlıyorlar. işte aynen böyleydi. bunlar
daha 4-5 yaşlarında çocuk.. bu yaşta bunu yapan çocukların
gelecekte neler yapabileceğini düşünmek bile istemiyorum..
bu sertliği maalesef çok görüyorum.
bu şekilde devam ederse daha nice
münevver olayları yaşarız biz..
geçen gazetede de okudum . şok oldum. 3 yaşındaki bir çocuk
vandalizm suçu nedeniyle araştılıyormuş. en büyüğü 5 yaşında
10 kişilik bir çeteye sahipmiş !!
nedir bu sertliğin suçu? biz anne babalar mı? tv mi ? çevre mi?
ya da acaba gerçekten doğuştan mı ?
22 Eylül 2009
dakka bir gol üç...
ne kadar sürer tabii bilmiyorum. ama takip ettiğim
bir çok sayfa açılmıyor maalesef:(
geldik şu sıralar gündemimizdeki 1 numaralı konuya.
tabii ki okulumuz...
benim feci bir huyum vardır.. bazı şeyleri o kadar
kötü takar, içimde o kadar çok büyütürüm ki, çok saçma
yerlerde ve şekillerde patlarım. içim içimi yer. hele
ki sözkonusu oğlum olunca bu durum daha da vahim
oluyor. geçen gün okuldan eve gelene kadar bıcır bıcır
yaptıklarını anlatırken o anda öylesine söylediği bir
cümle beni çok kızdırdı.
yuvaya giderken sabahları yanına mutlaka bir oyuncağını
alırdı. bu raya giderken de hep birşeyler almak istiyor.
ben de orda kaybolur diyerek onu ikna etmeye çalışıyorum.
buna rağmen geçen gün bir anahtarlığını alıp cebine attı.
" anne biliyor musun, öğretmen dedi ki, eğer bunu bir kere
daha cebimden çıkarırsan çöpe atarım."
can bunu kötü algılamadığı için öylesine anlatıverdi, ama ben
çok sinirlendim. sonuç olarak daha oyun çocuğu olan,
5 yaşına bile gelmemiş, üstelik daha 3 gündür o
ortamda olan bir çocuğa bu cümle mi kullanılır??
işin kötüsü can da bu alınganlık konusunda biraz bana
çekmiş. yabancı birinin ona biraz ters birşeyler söylediğini
düşündüğü an kilitlenir, kollarını kenetler ve çekip bir
köşede ağlar. onu bir daha ikna edemezsin..
bu tarz cümleleri duymaya devam ederse- ki oldukça
hareketli ve kendi bildiğini çok güzel okuyan bir çocuk
olduğu için sık sık duyacağından eminim- okuldan
soğumasından korkuyorum. baştan öğretmeni ile,
konuşmak mı gerekir? ya çocuğa takarsa?
isteklerinden günlük programı konuşmaya fırsat
bulamadığımız için tam olarak ne yaptıklarını da henüz
bilmiyoruz. geçen gün jimnastik yaptırmışlar mesela,
oğluşun çok hoşuna gitmiş. ancak çok terledikleri halde
üstleri değiştirilmemiş. şu an da öyle berbat hasta ki,
sanırım perşembe cuma gidemeyecek. bütün yaz boyu
hiç hastalanmayan çocuk daha şimdiden fire verecek.
birkaç dakika içinde üstleri değiştirilseydi,
ne olurdu sanki..
ve gözüme batan en büyük konu ise kağıt istekleri..
tam 6 top fotokopi kağıdı aldırdılar. bunun yanında
2 top resim kağıdı, a2 , a3 a5 istediler !! yan sınıfın
öğretmeni 1000lik a2 kağıdı aldırtmış mesela, oysa
onun 500 lüğü de varmış. şu an 14 kişiler sınıflarında..
eşimle hesaplıyoruz hesaplıyoruz, nerdeyse günlük
30 sayfa kağıda denk geliyor.
ya ben bu çocuğa kağıt israfını öğretmeye çalışırken
neden bu kadar parçalanıyorum ki o zaman?? benim başta
eğitim kurumum bu kadar rahat harcarsa, yetiştirdikleri
çocuklar ne yapmaz ??
off, içimi rahatlatmaya çalışıyorum, ama nafile..
çok mu büyütüyorum ya :(
17 Eylül 2009
anaokulu, pardon hazırlık sınıfı..

sonrasında ilkokula daha yumuşak geçiş yapması için
yuvadan ziyade hazırlık sınıfını seçtik.
doğru mu yaptık bilmiyorum. şimdilik o mutlu gibi görünüyor,
ama ben çok mutlu değilim tabii. sonuç olarak ne tarafa
döndüysem her öğretim kurumunun eksikleri çıktı karşıma.
özel okulu zaten hiçbir zaman düşünmedim. en baş
prensiplerimden biridir bu. ancak adı devlet okulu olan
okullarda da inanılmaz eksikler var. öncelikle beni rahatsız
eden olay eğitimin yarım gün olması.
topu topu 5 saat içinde bu çocuklar ne öğrenebilir ki?
ancak etütlü olduğu söylenen Okulların da aslında öyle
olmadığını öğrendim. dersten sonra bu okullarda ödevlerinin
boş zamanının olacağını sanıyordum. meğer ödev her halükarda
evde yapılıyormuş. aynı şekilde çalışan anne ve babalar için
olan aksama kadar süren okullarda da durum böyleymiş.
sonunda etrafımdaki komşularımla konuştuktan sonra
sokağımızdaki ilkokulun hazırlık sınıfına kaydını yaptırdık.
yarım gün süren ilköğretim kurumu. dedik ki, geriye kalan
yarım günü de biz bir şekilde destek vererek değerlendirelim.
iyi mi yaptık kötü mü bilmiyorum. Sonuç olarak biricik
çocuğumun geleceği bu. bundan dolayı içim içimi yiyor…
hayatı boyunca eğitimine beş kuruş harcamamış biri olarak
(üniversite harçları hariç tabii) kayıttan itibaren her şeyin
paraya bağlı olması beni en çok üzen ve kızdıran olay oldu.
aslında daha çok – nasıl anlatsam- içim burkuldu.. koca
devlet okulu kalkmış benden upuzun listeler halinde malzeme
istiyor. tuvalet kağıdı bile dahil buna !! kırtasiye listelerinde
ise marka dahi belirtilmiş! her şeyden en az 5 adet isteniyor.
yahu asgari ücretli adam bunları nasıl karşılayabilir?
alamayanlar eğitim göremeyecek mi? alamadıkları,
yapamadıkları için ezik hissederek yetişen bir nesil ile bu ülke
adam benden aleni bir şekilde istedi. Hani yasaktı?
her şeyi geçtik insanlar çocuklarını geleceğini etkileyecek
olan eğitime dair bir tek soru bile sormadılar.
ilk gün çocuklar ve veliler sınıftaydı. öğretmen sürekli konuşuyor,
ancak anlattığı çocuklarımıza şu şekilde eğitim vereceğimiz,
programımız şöyle olacak değil. nu istiyoruz, bunu istiyoruz,
eşofman yaptıracağız, onu alacaksınız. Eğitim kitapları sipariş
ettik, onu ödeyeceksiniz. 3 gün sabah kahvaltısını siz
göndereceksiniz. ha bir gün isteseniz para yollayın,
Kantinden tost yaptırırız( bak bak kantincisini de düşünürmüş)
sonunda ben dayanamadım.
sordum :“ pardon, ne zaman eğitim vermeyi düşünüyorsunuz?”
cevap verdi :” işte, sabah 8 gibi gelecekler, 1, 5 saat kadar
serbest saat olacak.( ben oraya çocuğu oyun oynaması için
yolluyorum sanki.)
sonra yarım saat kadar kahvaltı yapacaklar.
işte ondan sonra da 12 ye kadar da eğitim olacak.”
ben : “ peki bizden istenilen bu koca liste ve bahsettiğiniz kitaplar
sadece bu iki saat için mi?”
cevap verdi: “ kem küm…”
ben sordum : “ peki kayıtta aldığımız malzemeler ne oldu?
neden yeniden alıyorum?”
cevap verdi :” e idarenin de bu tarz malzemeye ihtiyacı
oluyor. maalesef devlet hiiç yardım etmiyor. her şeyi biz
bu şekilde döndürüyoruz”
ben sadece bön bön baktım. yani adı devlet okulu olan bir okula
devlet para ödemiyormuş..
maalesef benim dışında olayı sorgulayan kimse olmadı.
oysa isterdim ki, orda bulunduğu sürece dersten ziyade,
kesin, biçsin, yapıştırsın, boyasın. İlkokul derslerine yavaş yavaş
adım atsın. ama sanırım ben çok şey istiyorum …
Of ne uzun oldu.. çok doluyum.. Ve hiç de mutlu değilim.
Ancak şu aşamada sanırım yapabilecek başka bir şeyim yok..
9 Eylül 2009
yine mi...
olarak bugün olanları dehşetle izledim. o gün tam
havalimanı kavşağındaki köprüden aşağı indiğim an
suyun gelişini gördüm. altımdaki yol, yol olmaktan çıkmış
kahverengi bir amazon nehrine dönmüştü resmen.
bugünkü olayda ise eşim kılpayı kurtuldu her sabah
gittiği bu yoldan. aylardır ilk defa bir seyahate çıktığı için..
allah korudu bizi.. sanki..
görüntüler gerçekten de çok feci, gözlerim yaş
içinde izledim. o taraftaki bir çok tekstil firmasını
biliyorum. özellikle de 7 bayanın öldüğü firmayı
çok iyi tanıyorum. çalıştığım dönemde sık sık
ziyaret ettiğim bir firmaydı. o bahçede kapının önünde
insanların göz göre ölmesi ve hiç kimsenin çıkıp
da o kapıyı açmaya çalışmaması korkunç bir durum.
ya o yağma görüntüleri :((((
peki suçlu kim ?
çok basit... istanbullu.. imiş.. sevgili belediye başkanımıza göre...
yaptıkları en güzel şey, başkalarını suçlamak..
nasıl olsa biz milletçe çabuk unutuyoruz...
allah geriye kalanlara yardımcı olsun...
çünkü şu an yine yağmur yağıyor:((((
8 Eylül 2009
paparazzi...

gittik. ancak sanki herşey bedavaymışcasına alışverişe eden insan
ahalisini görünce vazgeçip mahalle arası marketime ihanet etmemeye
karar verdim.
buraya kadar gelmişken cücemin uzmanlık alanı olan oyun parkı denetleme
işini yapmadan dönmedik tabii.. 2 saate yakın oynadıktan sonra parkın iyi
olduğunu onayladı:)) buraya kadar herşey normal. ama tam gidecekken birden
parka işte aşağıdakı şu esmer güzeli geldi ve oğlumun başını döndürdü..
evet evet,
birden yanıma gelip benden fotograf makinasını istedi. ne yapacaksın
diye sorduğunda hiiçç deyip hemen o tarafa koşup kızın resimlerini çekmeye
başladı. ÜSTELİK babası ne zaman kafasını ona doğru çevirse hemen
makinayı yere indirdi!! aşağıdaki poz onun objektivinden :))
şimdi bu oğlan çapkın mı ? yoksa sadece bir paparazzi mi ?:)
4 Eylül 2009
nasıl yani ??
okuyacak diye bir habere denk geldim..
çocukların traşları yapılmış, okul formaları giydirilmiş,
resmen gösteriye çıkarılmış gibi basın toplantısı yapılıyordu.
tamam, yaptıkları çok güzel, ama bu kadar da gözüne gözüne
haber de yapılmaz ki... o çocukların bu denli gözünde olması
doğru değil bence.. bizim densiz milletimiz her fırsatta onlara
bu olayları hatırlatacaklardır, garip garip sorular soracaklardır. üstelik
bu kadar çok özel lise varken, sadece 5 tanesine mi sahip çıkabildiler ?
peki diğerleri ?
ama en çok da şu cümle beni çoook sinirlendirdi. yetkili kişi dedi ki :
" bu 5 çocuğumuz artık bizim çocuklarımız. onları her şekilde
sahip çıkacağız. ancak ebeveynleri ikna etmek biraz zor oldu.
hatta çocuklar haftasonlarını bu ebeveynlerin yanında geçirdiler.
şu an tüm problemler çöözülmüş oldu."
NASIL YANİ !!! şimdi kendini bilmez bir insan müsveddesi
ebeveyn nasıl kendi çoğunun hakkı olarak gördüğü eğitim hakkını,
başka bir çocuktan esirgemek ister ?? üstelik bu çocuklar
küçüçük yaşlarında bu denli acı yaşadıkları halde, onlara nasıl
köstek olursun ???
böyle zamanlarda insanlığımdan utanıyorum.
allahım bizi, çocuklarımızı doğru ve iyi niyetli insanlarla karşılaştır.
3 Eylül 2009
gecikmiş postlar serisinin 2.cisi...
işte herşey böyle sütliman başladı. başlarında vapura binmem diye tutturdu.
ben de rüşvet olarak ona epeydir istediği düdüklü dondurmadan aldım. bu
yaptığım en büyük hataydı ! çünkü gezi süresince, yani yaklaşık 1,5 saat
boyunca onu öttürdü. ne yaptıysak, ne dediysek, ne aldıysak engelleyemedik.
müthiş bir şımarıklık üstündeydi. kenara kesinlikle oturmadığı gibi genelde
bizleri de oturtmadı. bizi ve katta herkesi aciz taciz etti. boğazın mis gibi
havasından zevk alamadan geri döndük.
arada bu boğuşmalardan fırsat bulduğumda çok güzel mekanlar gördüm.
zaten şu istanbulu yaşanabilir kılan tek tük şeylerden biri de bu boğaz.
mesela şu evlerden birinde oturmayı çoook isterdim.......
ama şu arkadaki iğrenç plazanın da olduğu çoook çirkin görüntüler de vardı:(
anlayacağınız o gün cüceyi boğazı gezdirmeye götürmüşüm.
ama ben gezdim. gördüm. eğlendim:)
ıhlamur kasrı...

ben bu kadar sabırlı olamazdım valla:)
2 Eylül 2009
sobe
1- Hayatındaki 3 önemli erkek? oğlum,oğlum ve yine oğlum :)
2- Yaşadığın şehir dışında sevdiğin 3 şehir? bozcaada, çeşme veya singapur.
hele ki sonuncusu muhteşem:)
3-En önemli fobin? yükseklik.. inanılmaz boyutta korkuyorum. bir kere
köprüde trafiğe takıldık. karşı şerit aktığı için tabii köprü sürekli
sallanıyordu. orda kaldığım 15 dakikada ağlamaktan mahvolmuştum.
4-Giyim konusunda en çok tercih ettiğin renk? siyahhhh.. ee tombili
ve akrep burcu olmanın sonucu sanırım :))
1 Eylül 2009
arada bir fikrimühim ...
aslında bu paket şu kampanya ile birlikte gelmişti, ancak tüm çeşitleri
denemek, dağıttığım kuponların sonuçlarını toparlamak ve en büyük
faktör olan tembelliği aşmak için zaman gerekti:)
paketin içeriği eker sütlü tatlılar idi. içinden birsürü indirim kuponu,
ayrıntılı bir tanıtım kitabı ve en güzeli de süsleme kalıpları çıktı.
indirim kuponlarının bir kısmını anneme, bir kısmını da iki
arkadaşıma paylaştırdım. sonuç olarak tümümüzün fikirleriyle
şu sonuçlar çıktı. üç kategoriye ayırdık :
çok sevdik :
sakızlı muhallebi (favori)
keşkül
sütlaç
supangle
tavuk göğsü (favori)
sevdik :
krem karamel
krem şokola
az sevdik :
profiterol ( içindeki toplar çok kuruydu ve sosunda da
çok fazla bitter tadı vardı.)
höşmerim ( aslında çok sevdiğim bu tatlıyı bu pakette
pek tutmadım. fazlasıyla şekerli ve ağza çok çatır çatır
bir tad geliyordu.)
eker genel olarak süt ürünlerinde, özellikle de ayranda favorim olmuştur.
en büyük sebebi tadı ve cam şişe kullanmasıdır. hala buzdolabında bu
şişeler su şişesi olarak çok işe yarıyor. üstüne sütlü tatlı olmasının ve
fiyatlarının da hafifliği de eklenince bizim için bu ürünler de vazgeçilmez oldu.
tavsiye ediyoruz efenim :)
ama bir şikayetim daha var. porsiyonları biraz daha büyük olabilirdi:)))
29 Ağustos 2009
gecikmiş postlar serisinin ilki...
malum ev sessiz sedasız iken taslakları az çok tamamladım.
bunların arasında en önemlisi kuzenimin düğünü oldu.
daha önce de bahsettiğim gibi ailemiz pek geniş olmadığından
öyle düğün, sünnet gibi olaylarımız fazla olmaz. oğlumun da ilk
yakın akraba şenliği idi bu:)
kına gecesi öncesinde ona nereye gideğimizi anlatmaya çalışırken
ona " şıkır şıkır oynamaya gideceğiz." dedim. demez olaydım.
adam gidene kadar " ben gitmem de gitmem." dedi. o oynamaz mış..
erkek adam ya.. bozar onu :)
AMA sanki istemem diye tutturan o değilmiş gibi tüm gece
oynadı cüce. köçek oğlum :) işte ispatı :
nikahta ise surat yine beş karıştı. neden bozulduğunu ve neden böyle
davrandığını bir türlü anlayamadım.
gelinimiz de pek güzel olmuştu :)
ama gecenin en güzel finalini de yine cüce yaptı. adam çekirgeyi oynadı!
işte benim minik çekirgem :)
bu da teyzemiz için. seni çok seviyoruz. öpüldün :)
28 Ağustos 2009
kaynana ... :)


26 Ağustos 2009
enerji depolamalıyım...
bu huysuz ruhsuz hallerimin sonuçlarını en çok da oğlum çekiyor..
bunun için o bir kaç günlüğüne anneannede enerji topluyor, ben de evimde..
çok kötü bir anne değilim, değil mi....
15 Ağustos 2009
sakın dökmeyin !!

NTV de seyrettiğim bir belgesel geldi aklıma. bizim evde nerdeyse hiç
kızartma yapılmadığından aslında üstüme alınmamıştım. ancak firma
sahibinin anlattıkları çok anlamlıydı :
" biz türkler maalesef bu konuda çok tembeliz. atık yağı bir kavanoza
dökmek yerine lavaboya dökmek kolaylarına geliyor. ya da içine bazı
kimyasallar döküp yeniden kullanıyor. maalesef yeterince toplayama-
dığımızdan dolayı kapasitenin 10da biri ile çalışıyoruz. hatta yağı
almaya gittiğimiz bazı lokanta sahipleri tarafından kovalandığımız
bile oluyor."
ayaklarına ladar gelip alt tarafı atık olan bir ürünü almak istiyorlar
ve insanların gördüğü muameleye bak :( maalesef geri dönüşüm
konusunda çok gerideyiz ve güzelim memleketimizi çok kirletiyoruz.
bu konuda oğlumu şimdiden işlemeye çalışıyorum. bunun için
şu kitabı aldım. isimleri can ile değiştirince gerçekten de çok
ilgisini çekti ve hoşuna gitti.)

hatta ilk meyvesini de verdi :)
can : aa anladım. hani biz tuvalet kağıdının içindeki kartonları
boyuyoruz ya .onu yeniden kullanıyoruz di mi anne ?
anne : :)
13 Ağustos 2009
zamane çocukları...
can : anne bak şarjının bir çizgisi kalmış ..
anne : hı ?
can : yahu telefonun diyorum. şarjı bitecek. hemen takmalısın...
anne : hı !!
---------------------------------------
biricik teyzesine resimler yapıyor, mektuplar yazıyor..
can : anne şunun hemen resmini çek tamamı mı ?
anne : niye ki ?
can : teyzeme yollayacağım. resmini çek, bilgisayara yükle, gönder.
tamam mı ?
anne : tamam !!!:)
12 Ağustos 2009
6 Ağustos 2009
eğlenceyi haketmek gerek:)

3 Ağustos 2009
ders notları :)
-------------------------------------------------
ana oğul olağan ders saatlerinde ..
anne : yahu oğlum. neden şu rakamları hep ters yazıyorsun?
oğul gayet soğukkanlı : birşey olmazz.
anne : şimdi burdaki iki kelebek yeşil, 3 kelebek ise sarı boyanacak.
anne bunu sanki söylememiş gibi eline kırmızı ve mavi renk alır.
anne : oğlum burda renkleri farklı yazıyor.
oğul : onlar yanlış yazmış anne. doğrusu kırmızı ve mavi olmalıydı.
anne : ??
----------------------sürekli kitaplarda yazılanın tersini yapma modundayız. elbette
şu an için çok da ciddiye almıyorum. ama ilerisi için de bu tavrı
beni korkutmuyor da değil...
31 Temmuz 2009
spor suyu...
16 Temmuz 2009
bahanem yok...
bunun adı yazamama virüsü :) evet ben de bu virüsten nasibimi aldım:)
oysa ana oğul gezenti halimiz devam ediyor. havuz, deniz derken
günler geçiyor. hatta haftaya yüzme kursuna da başlayacak benim
keloğlan:)
ama değil yazmak, fotograf makinasindakileri bilgisayara yüklemek bile
içimden gelmiyor..
neyse bu sıralar feci şekilde dilimiz de uzadı. öyle cevaplar veriyor ki,
tepki bile veremiyoruz. mesela :
çekirdek aile arabada. uzak bir yerlerden geliyoruz. ancak trafikte
çok sıkılmış durumdayız. can her zamanki gibi dır dır vır vır hiç
durmadan konuşuyor.
baba : of cano ya, sus oğlum biraz. valla kafam şişti.
can anında cevabı yapıştırır: sana ne baba sana ne !!! ben istediğim
zaman geveze olurum. istediğim zaman susarım , tamam mı !
anne baba önce ciddi olmaya çalışır , sonra dayanamayıp kahkahayla
güler:)
her zamanki yoğun konuşma anlarımızdan birindeyiz. sanırım
55. kez anne diyor.
anne : can yeter yahu , artık anne kelimesini duymak istemiyorum.
can : ne yani ? baba mı desem sana ? daha mı iyi olur ?
anne : !!::))
sabah uyanır uyanmaz yastığını kaptığı gibi yanımıza gelir.
yine böyle bir sabah geldi yattı yanıma. yatak odasındaki
tvyi kastederek :
can : anne biraz izgi film izleyebilir miyim ?
anne anlamamazlıktan gelerek : olmaş, yanımda kal.
can : neden anne. izlemeliyim.
anne : ama yanımda kalmalısın.
can : ALLAH ALLAH burda seyredicem diyorum ya.
anlamıyor musun?!
anne : haaa :)))
günlük bir çikolatasını yedikten sonra ikincisi için ikna çabasında..
anne : olmaz . sabah yedin. yarın yersin.
can : of anne. hah bugün yemişim hah yarın. ne farkeder ?
hem anneler çocukların istediklerini yapmaz mı ? istediklerini
vermez mi ? almaz mı anneler ? hıı?
bu kadar edebiyat karşısında anne de pes eder:)
dip notu: çok çok alakasız olacak. ama bir olaya çok uyuz oluyorum. malum
mevsim dondurma mevsimi. her dışarıya çıkışımızda mutlaka bir tane
yiyoruz. ben de salak anne olarak her defasında ufak bakkallardan almaya
çalışıyorum. küçük de olsa onlara bu şekilde destek olmaya çalışıyorum.
ama adamlar küçük meblağlar diye dikkate bile almıyorlar. çocuk seçene
kadar dolabı açmıyorlar. can da özellikle kendi almak istiyor. açınca da
hemen kapatmak istiyorlar. hatta bir keresinde çocuğun elini sıkıştırdı
densizin biri. yahu aza kanaat etmeyen çoğu bulamaz demiş büyüklerimiz.
yanlış mı biliyorum ? ben de artık marketten alıyorum.
8 Temmuz 2009
bir sinema işkencesi..

3 Temmuz 2009
kilyos...

ancak en büyük problem dönüşümüz oldu. 45 dakikada gittiğimiz yerden tam 2.5 saatte geri döndük. özellikle bahçeköy cehennem gibiydi.bu demek ki bir daha gidişimizde daha erken yola koyulacağız:)