31 Mayıs 2008

sobem..

sevgili ferhanca beni sobelemiş. ihtiyarlık konusunda... pek düşünmediğim, daha doğrusu düşünmek istemediğim bir konu...

herkes gibi isteyeceğim ilk şey sağlıklı olmak, yani kimseye, en yakınıma bile muhtaç olmadan sonuna kadar yaşamak..

2. sevdiğim herkesin benimle birlikte sağlıklı bir şekilde yaşlanması..

3. küçüçük, minnacık bahçe içinde bir evde ihtiyarlamak.. hayatım boyunca hep apartmanlarda yaşayan biri olarak fazla birşey istemiyorum değil mi :)

aslında ben kendimi hiç yaşımda hissetmiyorum. bu biraz da bizim nesle özgü bir durum sanırım. yaşıtlarımla konuştuğum veya aynaya baktığım zaman bunu görüyorum. yani çok genç göründüğümden değil, ama 38 gibi de değil. bu nasıl anlatılır aslında bilmiyorum :) bu bir his işte.. belki de herşeyi zamanında yaptığımdan dolayı.. belki de erken yaşta olgunlaşmaya çalışmadığımızdan dolayı.. şimdiki nesil gibi boya küpüne düşmedi bizim neslimiz.. erkenden
herşeyi yaşamaya çalışmadık... sanırım ondan...

28 Mayıs 2008

kitaplarımız...



sinema ve tiyatronun yanında en sevdiğim hobilerimden biri okumak. okumak idi demek daha doğru olur. şu sıralar eskisi kadar vakit bulamıyorum ya da yaratmıyorum. ama oğlumun da mutlaka bu yönde çok ilgili olmasını istedim. o yüzden ona 1,5 yaşından bu yana sürekli kitap aldım. başlangıçta istediğim ilgiyi göstermediyse de şimdi yatmadan önce 2-3 kitap okuyoruz. bunu uykuya geçişi geciktirmek için yaptığını bilsem de kitap okumayı sevmeye başladığını da görüyorum. hatta zaman zaman eline alıp aklında tuttuklarını kendi kendine ya da bana gelip anlatıyor. bazen de beyaz sayfaları çok boş görüp güzelce yorumlarını çiziyor:)

şu sıralar en favorimiz Şımarık Fil. sanırım günde 6-7 kez okutuyor. buna ben, babası, teyzesi ve anneannesi da dahil. hepimiz ezberlemiş bulunmaktayız.






şimdi en baştan itibaren aldığım kitapların bir kısmını yazacağım. ilk aldığım kitaplardan ikisini hala çok severek okuyoruz. her ne kadar epey hasar da görmüş olsalar onlar bizim ilk gözağrımız :



özellikle Bu ne sessizlik uyku öncesi çok işimize arıyordu. ortasındaki de saati öğrenmek içindi. ama artık o da pek işe yaramıyor. (YA-PA Yayınları)


İlk sözlüğüm de birçok kavram birarada ve onun o dönemde hep etrafında gördüğü nesneler, hayvanlar vardı. her sayfada bir tema var. hala her aksam her sayfaya uygun bir hikaye uydurup öyle yatıyoruz. (YA-PA Yayınları)


2 yaşa doğru bunlar ona az gelmeye başladı ve biraz daha hikayeleri olan kitaplar aramaya başladım. Bambu ve arkadaşlarını keşfettik. bunun birkaç serisini aldım. en çok sevdiği ise bu :







bu kitapta kapaklar var ve bunları keşfedip kaldırmaya bayılıyordu. (NET Yayın)

işte bu ideal bir uyku öncesi kitabı. Yataktan düşen ayıcık da hep sayılar hem de oyuncaklar ve çok güzel resimler var. sonu da yatıp uyuma ile bitiyor, ki bu bence çok önemliydi. diğer alternativlerde genelde uyku ile ilgili bir hikaye bulup kitabı bitiyoruz çünkü:) (işbankası yayınları)




sonrasında etrafımızda sürekli gördüğü ama benim bile isimlerini bilmediğim iş makinaları ile ilgili bir kitap aldım. o da favorilerimizden. sanırım tüm oğlan çocuğu annelerinde de mevcut. (dogan egmont yayınları)




onunla resimlerdeki makinaların isimlerini sayarken kafası karışmasın diye " bu büyük traktör, a bu da küçük traktör" demiştim. o da beni düzelti : " hayıl anne, o biçeldövel !" ne cahilim ben :)



ama her köşebaşında bu iş makinalarını görmekten sıkılmış artık çocuk. dün şikayet ediyordu :
"anne kafam şişti ya bu kepçelerden !"



2,5 yaş civarında artık bol bol hikayeli kitaplar almaya başladım. en çok hoşuma giden ise dikkatle dinlemesi hatta özellikle yaptığım hataları düzeltmesi oluyor. bu dönemde özellikle Uçanbalık yayınlarını keşfettim. özellikle de Aysel Gürmen'ın kitapları süper. bu yazarın en çok severek okuduğumuz kitapları da kafiyeli olanları. mesela Ninemle hayanat bahçesinde.






aslında bu kitapların hep serileri mevcut. ben şimdilik birer tanelerini aldım. tümünü almayı hedefliyorum.






3 yaşından itibaren artık bol yazı daha az resimli kitaplar almaya başladık. onlardan bazıları yine İşbankası yayınlarının. bu yayınevinin kitaplarını da çok seviyoruz. resimleri çok güzel ve bana göre en önemli faktörlerden biri kitaplarının kalitesi, ki Can gibi mini bir canavara dayanabilen bir kitap olması ve gelecekte da varobilmesi açısından çok önemli:)




köpük ile pıtır özellikle küçük kardeşi olan veya olacak olanlar için ideal.




Akıllı tilkinin masalı ise çok güzel bir anne-çocuk hikayesi. sonunda hep Can'ın yorumu " anne ben de seni çok seviyorum.":)

ve yine Uçanbalık Yayınlarına ait çok güzel konulu ve akıcı kitaplar :







son keşiflerimizden : ATAKAN ve CEMİLE serisi. Atakan serisini yaseminin sayfasında okumuştum. onu alırken Cemile yi de keşfettim. her ikisi de birçok kitaptan oluşan birer seri. özellikle Atakan'ın tüm konuları şu an tam Can'ın yaşına uygun. her ne kadar çeviriden kaynaklanan çok düşük cümlelerden dolayı tümünü basitleştirerek okumak zorunda kalıyor da olsam güzel konular. ( Kaknüs Yayınları)





ve en son favorimiz Tübitak Yayınlarının. sevgili pino'nun tübitak' ait bir çocuk dergisinin çizimlerini yapmaya başlamasından bu yana meraklı minik dergilerini takip ediyorduk. ancak kitap almak nasip olmamıştı.




Can artık gelecekte ne olmak istiyorsun diye sorduklarında cevap veriyor : astronot :)

24 Mayıs 2008

bizim evin halleri..

yok yok ..:) bu benim evin halleri değil. onun için birara oturup epey uzun yazmam lazım. ama sıcaklar bastırdı. ben de bu sıcaklar inanılmaz bir tembelliğe sebep oluyor:( hiç sevmiyorum yazı..
ben şu diziden bahsediyorum. daha önceleri trt1 de denk geldiğim, şimdi ise kanal1 de ara ara seyrettiğim bir dizi. günlerce seyretmeseniz de mutlaka ipin ucunu yakalayabileceğiniz, birçok film ve diziye göre oldukça yere basan karakterlerden oluşan bir dizi. belki de bu kapı komşum gibi yansıyan karakterlerden midir nedir bilmiyorum ama, şu sıralar hem seyrediyorum, hem ağlıyorum. ana karakterlerden biri olan çocuk ölümcül hasta. belki de diyeceksiniz ki türk filmlerinin % 90 ında bu konu var. belki benim de bir oğlum olduğu için, belki de evde oturmak bana yaramadığı için, belki de çok gerçekçi bir konu olduğu için .. seyredip ağlamaktan kendimi alamıyorum:(

mini not: sevgili ferhan beni sobelemiş. en kısa sürede döneceğim.

16 Mayıs 2008

100. daha doğrusu 101. yazım:)

blogumun 1. ve 2. yıldönümünü atlamıştım. bari 100. postu atlamıyayım derken, baktım onu da unutmuşum :)
yani bu yazı aslında 100. yazı niyetine 101. yazı olacak.

blogları keşfetmem hamileliğimin başında olmuştu. hazırlıksız gelen bu süpriz için bulabildiğim her türlü bilgiyi ve tecrübeyi okumaya çalışıyordum. o dönemde düzenli takip ettiğim anneyiz. biz sitesindeki yazarlardan ece arar'ın bir yazısında çok sevdiği iki blogtan bahsetmişti :

selence ve pino'nun yeri . işte bu iki blogtan sonra bu yazıları okumak benim için vazgeçilmez oldu. maalesef selence bir süre sonra blogunu kapadı. ama ben daldıkça çok güzel ve yararlı birçok sayfalar buldum. hatta ece arar da sonra kendine sayfa açtı.

bir süre sonra da okumak yeterli gelmedi. neden olmasın dedim ve ben de yazmaya başladım. amacım sadece günlük koşturma içinde yitip gitmeden bazı güzellikleri ebedileştirmekti. özellikle oğlum için ilerde güzel bir hediye olacak diye düşündüm. ara ara blogu amacından saptırıp ağlama duvarına çevirdiğim de oldu ama blogum genel olarak CAN' ımın üzerine kurulu.

blogumu okuyan, yorum yapan herkese çok teşekkür ediyorum. nice 100. postlara:)

13 Mayıs 2008

tiyatro...

tiyatro ve sinema son 5 sene öncesine kadar vazgeçilmezlerimdendi. ancak o dönemdeki iş değişikliği ve ardından da beklenmedik bir bücürün gelişi ile maalesef gidemez oldum.

oğlumun da benim gibi özellikle tiyatroyu sevmesi için ne yapabilirim diye düşünürken yuvamız bu konuda da çok faal çıktı. nerdeyse 10 günde bir sadece yuvalar için hazırlanan çocuk oyunlarına gidiyorlar. iki başarısız sinema denemesi ertesi tiyatrodan da sıkılacağından çok korkmuştum. ama korktuğum gibi olmadı. çok severek ve hatta tüm diyaloglara katılarak seyrettiğini söylüyorlar. bunun elbette salonun hıncahınc yaşıtlarıya dolu olmasıyla da ilgisi var diye düşünüyorum:). ama sonuçta tiyatro seyretmeyi öğreniyor. sanırım en önemlisi de bu.

geçen gün gizlice servisle salona gelişlerini izlemek için tiyatroya gittim. beni görmemesi için epey çaba harcayıp buz gibi bir havada tam yarım saat bekledikten sonra yuvaların servis araçları gelmeye başladı. kimisi kıkır kıkır gülerek, kimisi sürekli konuşarak, erkek çocuklarının nerdeyse tümü de birbirini ite kaka sıra sıra girdiler içeri bu minicik dünya güzeli varlıklar:)

ama iki olay beni çok üzdü. bir yuva çok küçük bir grup getirdi. henüz 2 yaşında bile olmadığını düşündüğüm minicik çocukları sürüklüyorlardı. kimisi yeni uykusundan uyanmış gibiydi. ( hiçbirinin üstünde dogru dürüst kaban bile yoktu, ki o gün korkunç bir rüzgar vardı. böyle birşeye izin verdikleri için o anda o anne babaya çok kızdım. onlar henüz bunları anlayacak yaşta değil ki. o saate belki daha uyuması veya oyuncakları ile oynaması gerekirken sabahın o ayazında ve yuvanın " bakın biz çok faaliyet yapıyoruz" imajına uygun olsun diye sürüklenmişlerdi:(

diğer olay ise tam şok ediciydi. 8-9 yuva minibüs şeklinde servis araçlarıyla geldiler. ama bir tanesi buna gerek duymamıştı. bildiğimiz 4-5 kişinin ancak sığdığı binek arabasından tam 8 çocuk ve iki öğretmen indi ! gözlerime inanamadım. o anda çocuklarımızı aslında hiç ama hiç tanımadığımız bu insanlara nasıl teslim ediyoruz diye kendi kendime söylenmeye başladım. bu nasıl bir sorumluluk anlayışıydı ki bu yuvanın gösterdiği ?? acaba veliler bunu biliyorlar mıydı ? eve dönerken neden bu yuvanın adını öğrenmediğime de çoook kızdım.

11 Mayıs 2008

bloglines.com...

bu siteyi keşfettikten sonra takip ettiğim ve etmek istediğim bloglardaki yeni yazıları okumak çok kolay hale geldi. artık çok daha fazla okuyabiliyorum, ama yorum yapmak için vakit harcamak yerine okumayı tercih ediyorum. yani yorum konusunda çok tembelleştim. olsun okumak sanırım daha mantıklı:)
bu siteyi herkese tavsiye ederim.

2.anneler günü hediyem...

evet cuma günü akşam yuvadan geldiğinde elinin altında kendi kadar bir yastık.:) a bu nedir falan derken bir de gördüm ki yuva bize bir jest yapmış ve yastıkların üzerine çocukların resimlerini bastırıp bize birer adet hediye göndermiş :))

artık benim miniğim uyurken de başucumda olacak. onu bana hediye ettiği için allahım sana hergün teşekkür ediyorum.

bu arada babamız da beni utandırdı bu defa:) can 'ı araya koyarak " babbbaa,, annem bundan istiyormuşş.":)) diye gönderdiğim birşeyi almış bana. seyahate çıktığı için cuma akşamı verdi. çok şaşırdım. genelde bu cümleleri pek dikkate almazdı:)


oğlumun aslında bir değil, tam 3 tanne annesi var :)

anneanne ve teyzemizin hakkı en az benim kadar .. hatta bücür bey için bu bulunmaz nimet. benden koparamadığı birşey için söylediği ilk cümle " o zaman bunu mimit teyze alır" ya da "ben de anneanneme gidelim o zaman"

iyi ki varsınız...


herkesin anneler gününü kutluyorum...

9 Mayıs 2008

benim annem süper, çünkü...

"çok güzel " dedi benim bücür...:))) iltifat yapmayı da artık iyice öğrendi:)

yuvadan getirdiği 2. anneler günü hediyesini aldım dün. ilkinde oyun grubunda yapmıştı ve çok küçüktü. onun da yaptığından da emin değildim. ama bunu kendisi boyamış ve bana verdiğinde de yorumu şu oldu " anne, bak taşırmadan çizdim." böyle hazır kalıp birşeyler boyadığında sınırlara dikkat etmeden boyama yapardı. genelde de geriye resimden birsey kalmazdı. ama



bunda çook özenmiş ve taşırmamış :)




bugünlerde oyuncaklarla oynamayı bıraktı ve sürekli bana yapışık dolaşyor. yuvadan geldikten sonra sürekli didişiyoruz. ben de onu faaliyetlere yöneltmeye çalışıyorum. kesme, yapıştırma,suluboya favorimizlerimiz. aslında yuvada yeterince yaptığını düşündüğüm ve sıkılmasını istemediğim için şimdiye kadar pek evde yaptırmamıştım. ama baktım ki zevk alıyor, geldikten sonra 1 saat kadar sanatsal yönümüzü geliştiriyoruz:)
önce renkler canlı ve parlaktı.
sonra yavaş daha donuk renklere geçti.
sonra da simsiyah oldu.




galiba evdeki bunalım halim çocuğa da geçiyor :(

6 Mayıs 2008

jamie oliver..



bu ismi tanır mısınız ? henüz daha 33 yaşında olmasına rağmen ingiltere' de mini bir ilah. üstelik de ne bir şarkıcı, ne bir aktör ya da sporcu. o bir ahçı !!
yemek konusunda çok beceriksiz oduğum için yemek programlarını seyretmeye ve yemek bloglarını okumaya bayılıyorum. birkaç sene önce evde oturmaya başladığım dönemlerde keşfetmiştim bu adamın yemek programlarını. diğerlerinin aksine bu adamın hazırladığı herşey hem kendine özgü ve başka bir yerde yok, hem de seyretmesi çok zevkli. özellikle de konuşması ve şivesi inanılmaz çekici :)
aslında bu adamı özel kılan başka sebepler de var. bu genç yaşına rağmen birçok yardım olayına el atmış durumda. özellikle de iki konuda süper işler yapıyor. birincisi ingilteredeki okul kantinlerindeki yemekleri sağlıklı hale getirmek için savaşıyor, diğeri de sokaktan topladığı ve hiç kimsenin adam olacağına inanmadığı çocukları alıp yetiştiriyor. hatta onlarla birlikte şu an ingilterede çok sükse yapan bir lokantalar zinciri bile işletiyor. yani yemek programının yanında bir de bu faaliyetlerinin televizyon progamlarını da izleyebiliyorsunuz. elbette bu işlerden çok da para kazanıyor, ama bu paranın çoğunun da bu kimsesiz çocuklar için kurduğu vakfa gidiyor, muş:)
benim en cok dikkatimi çeken bu okullar ile ilgili olan çalışması. ordaki çocukların yediklerini seyrettikçe inanasım gelmiyor. anne babanın da bunlara izin vermesi daha da bir şok edici.
yedikleri % 90 abur cubur, kızartma ve asitli içecekler. jamie oliver bazı pilot okullarda tüm yemek listesini değiştirerek bunu önlemeye çalışıyor. ve en inanılmazı da çocukların itirazının yanında anne babalar da itiraz ediyor bu yeni listeye ..:(
bizim küçük neslimizin de bu yönde doğru gittiğini gördükçe panik oluyorum. ne yaparsak yapalım sanırım bazı şeyler de içgüdüsel oluyor, onu da anlamaya çalışıyorum. benim oğlum mesela yemesine izin verilmesinden bu yana meyve ve sebzeleri bayılarak yerdi. yemek konusunda allah şükür hiç problem yaşamadık. hele armut elma rendesine bayılırdı. salatalık, havucu kemirererek dolaşırdı, hatta taze soğana bayılırdı:) ben de herseyin tazesini ve sağlıklısını yapmaya çalışarak onu besledim. hamburger tarzı şeyler hiç yedirmedim. hala da pek bilmez. sosis, salam, sucuk gibi yiyeceklerin evimize girmez idi. ta ki 3 ay öncesine kadar. sucuğu hiç istememe rağmen anneannesinde tattı bir gün. o gün bugündür sucuk diye sayıklıyor. bizde ara ara pazar günleri yiyoruz ya da bazen makarnaya katıyoruz. sosisi ise bir gün pizzanın üstünde kullanmıştım. sayılı olmasına rağmen onu da keşfetti :))mecburen sosisi de ayda bir falan yapıyorum artık.
maalaesef yemek isteği çok değişti. korktuğum başıma geldi ve hep katı yiyecekler istemeye başladı. yani köfte, patates, pilav, makarna istiyor. çorbaya ağzını sürmüyor. sebze ağzına geldiği zaman ise tükürüyor !! işte o zaman deliriyorum. acaba diyorum bu şeyler gerçekten içgüdüsel mi? insanlar yaşadıkları döneme göre bu şekilde uyum mu sağlıyor ?
yuvanın yemek listesinde ise hep sebzeli yemekler ve mutlaka çorba oluyor. yuvadakiler yemeklerde hiç problem çıkarmadığını söylüyorlar. ben de öyle olmasını için gerçekten dua ediyorum.
organik ürünler ise başlı başına bir konu. bana göre türkiyede bu şekilde satılan ürünlerin bir çoğu organik değil. herşeyde oduğu gibi bu konuda o kadar çok firma ve web sitesi türedi ki. öyle olması için suyundan toprağına kadar adımın organik olması ya da kesinlikle ilaçlama yapılmaması gerek mesela. bu firmaların kaçta kacı acaba bu kurallara uyuyor? ve en önemlisi bu adamları kim denetliyor ? normalin iki katı fiyata satmak haricinde bir işe yaradıklarına inanmıyorum.
yakında bize de bir jamie oliver gerekecek diye düşünüyorum..
bu arada konuya uygun iki de incimiz var :)
geçen gün o içerde oyuncaklarıyla oynarken ben yemeği yapıyordum. bitirdiğim anda yanımda bitiverdi :
"anne burası sucuyklu makayna kokuyo"
ne yaptığımı görmemesine rağmen nasıl da işlemiş şu sucuk çocuğa :)
yine bir kaç gün önce birkaç çileği kurtarma adına hazır kek ve pasta kreması ile bir çilekli bir pasta yaptım. e çocuk bu tarz hareketleri ben de görmeyince yer yemez şu yorumu yaptı :)
" anneee, eline şağlık, bu şok güzel olmuş " yahu babasından bile kırk yılda bir duyduğum şu " eline sağlık" cümlesini ben bu bücürün ağzından duydum ya ......:))))