30 Aralık 2008

2009...





her sene oldugu gibi bu seneye de koca bir liste umut ve dilek ile girmek istiyorum. ama her zaman oldugu gibi bu karamsarlik ve maymun istahlilik ile listenin 3. sirasina bile gelemiyorum :) gerci karamsarlik artik sadece bana ozgu olmaktan cikti :(

bu genel kotu hava artik dagilir mi bilmiyorum ama yine de bu guzel dilekleri cani gonulden diliyorum :)




iyi senelerrrrrrrrrrrrrrr !!!!

tehditler...

konu : olağan anne oğul didişmelerindenden biri.


yer : çişi geldiği için koştura koştura gidilen tuvalet.

can : anne bak yeter. kızdırma beni !!


anne : ne yaparsın kızdırınca ?!


can : bak çişimi üstüne yaparım. her yer kirlenir. ona göre ???


anne : yaparsan ben de seni..........


can : anneeee.. giderim bak..


anne: nereye gidiyormuşsun??


can: oteleeee..


anne: git .. sen bilirsin.


can : gidersem bak özlersin beni ?!!


anne : özlemem özlemem. gidebilirsin..


can : özlersin özlersin. :))))

-----------------

bu gıdı özlenmez mi :)))))


29 Aralık 2008

geldimmm...

yine uzun bir ara verdik şu sıralar... biraz mecburiyetten biraz da tembellikten oldu maalesef..


en büyük sebebi ise laptopun yine alarm vermesi. geçen yaz çökmesinden bu yana maalesef iflah olmadı ve her geçen gün daha da kötüye gidiyor. sayfaları açarken inanılmaz derecede bekletiyor, kafasına göre kapanıyor ya da netten düşürüyor. e hal böyle olunca alıp duvara çarpasım geliyor ve açmak istemiyorum.

2. en büyük sebep ise bayramın 3. gününden itibaren uzun süredir geçirmediğim kadar ağır bir grip geçirmem oldu. 3 haftaya yakın süründürdü beni. kolay kolay hasta olmayan ben valla yatağı boyladım. işin kötüsü ana oğul berbat haldeydik. her ikimiz için orta sehpanın üstünde birer tuvalet kağıdı rulosu, sürekli burun sildik. sanırım gerçekten yaşlanıyorum ve bağışıklık sistemim artık alarm veriyor. can ise yuvaya başladığından itibaren - geçen sene olduğu gibi - sürekli hasta. ama geçen seneye göre biraz daha hafif atlatıyor. bu da sevindirici bir durum sanırım.

e bu iki sebep de beraberinde tembelliği de getirince yine uzak kaldım buralardan. gerçi ara ara herkesi okumaya çalıştım ama dediğim gibi battaniyeye sarılıp televizyon seyretmek daha ağır bastı.

ama sanırım bu durum yakında değişecek. sevgili kocacığım bana yeni bilgisayar alacağını müjdeledi. umarım bu sözünü unutmaz :))

hastalıklar olunca maalesef şu sıralar hiç birşey yapamadık. bayram boyunca o güzelim havalarda biz evde burun çekmekle meşgulduk. oysa tatil rotasında sapanca ve çevresi vardı. değil yakın yerler, ziyaretler bile yapılamadı. aslında bu bayramı da zaten hiç sevmem. insanların bu kadar kurban kesip de kesileni de kendi dolaplarına tıkmalarını hiç anlamam. kesebilecek kadar iyi durumdaysan zaten bu ete muhtaç değilsin demektir. ya para olarak bağışla ya da etin büyük bir bölümünü ihtiyacı olanlara ver. işin dini kısmını bilmiyorum. açıkcası bilmek de istemiyorum. sonuç olarak amaç, ihtiyacı olanlara bunu vermek olmalı diye düşünüyorum. ama her konuda olduğu gibi bu konuda da din herkesin kendi çıkarına göre yorum koyduğu bir noktaya geldi . neyse bu bayramda da biz azıcık kurban olduk sanırım :))

----------------------------------------------------

can için ise bayramın amacı işte yukardakı kumbara oldu. onun deyimiyle " şıngırdak" :) aslında biraz para kavramını öğrenmesi ve biriktirmenın önemini kavraması için ona kumbara almayı düşünürken, anneanne benden önce davranmış ve bu "küçük" kumbarayı ona bayram öncesi almış. anneanne saolsun, ona bunun bayram ziyaretlerinde mutlaka olması gerektiğini anlatınca, bizimkisi her evden çıkışında yanına almaya çalıştı:) neyse ki hastalıktan da bir yere gidemedik de rezil olmadık:)) şimdi ise her fırsatta bu kumbarayı, pardon " şıngırdak" ı eline alıp sallaya sallaya geliyor ve para istiyor. hatta verilen paraları boyutlarına göre sıralayıp küçükleri beğenmediğini belirtiyor :)) ve daha büyük para istiyor. amacım bu değildi, ama en azından para boyutlarına göre değerlerini öğrenmeye başladı :)

---------------------------------------------

çocuk bu kadar çok evde kalmak zorunda kalınca kendini sanata verdi. bir soda şişesinden neler yaratılabilinirmiş meğer :))


ya da tahta legolardan:)

4 Aralık 2008

sobe...

sevgili aysema sobelemiş beni . takıntılarım konusunda.. düşünüyorum da aslında çok takıntılı biri değilim, değilmişim :)
ama elbette herkes gibi bazı saçmalıklarım da var..

yıllar önce izlediğim bir belgeselden sonra ev akarları konusunda korkunç takıntılı oldum. üstelik tam o dönemde çok moda olan ve inanılmaz kazık fiyatlı bir süpürge markasını pazarlayanların korkunç ısrarı ile tanışınca gerçekten çok kötü olmuştum. yeni aldığım yatağımı o aletle süpürdükten sonra gördüklerim tüylerimi diken diken etmişti ve ben salak o süpürgeyi de almıştım. şimdi mesela nevresimleri, yatak örtülerini 1 haftadan fazla kullanamam. toz alırken mutlaka heryeri önce süpürge ile çekerim. çünkü silerken sanki o tozlar etrafa dağılıyormuş gibi gelir. ya da dışardan gelir gelmez çocuk, koca hiç faketmez önce ellerimizi yıkarız ve üstümüzü değiştiririz. dışardan geldiğimiz kiyafet ile asla evde oturmayız. ha bir de ellerimi inanılmaz sık yıkarım. sudan çıkmazlar:) o yüzden çok rahat yaralanırlar:(

onun dışında oğlum konusunda biraz takıntılıyım sanırım. onunla nereye gidersek gideyim gözümün önünden 1 saniye ayıramıyorum. oysa gönül rahatlığıyla onun koşması, eğlenmesini çok isterdim. ama o kadar çok çocuk kaçırılma olayları okuyorum, duyuyorum ki valla parkta kaydıraktan falan kayarken bile yanından ayrılamıyorum.

yine oğlumla ilgili tuhaf bir takıntım da hastalık konusu. sanki onunla ilgili kötü birşey düşündüğüm zaman olacakmış gibi geliyor ve hemen aklımdan çıkarmaya çalışıyorum.

bir de iş ile takıntım vardır. korkunç düzenli ve organize bir tipimdir. bu konuda çok insanı rahatsız etmişimdir:) ama işyerinde hem görsel hem de işin kendisi ile ilgili dağınıklığa tahammül edemem.

en moda takıntım ise bloglar.. onları birkaç gün okumazsam gerçekten eksikliğini hissediyorum.

yok demiştim ama galiba epey de varmış:))

3 Aralık 2008

yeniden ...

blog yine ihmal ediliyor şu sıralar :( ama yeniden çalışma moduna girmeye çalışıyorum. tuhaf bir ruh hali içindeyim. belki de sıfırdan kurulduğu için şimdiye uğraşmak zorunda kalmadığım detaylarla uğraşmak bana biraz ağır geliyor. çalışmayı çok sevmeme ve özlememe rağmen sanırım zaman geçtikçe evde olmaya alışıyor insan.
bir de alan şimdiye kadar çalıştığımın çok dışında olduğu için tereddüt ediyorum biraz. ha bir de koca ile çalışma durumu var ki o başlı başına bir soru işareti. nerdeyse 24 saat birlikte olacağımız için birbirimizi nasıl yeriz bilmiyorum. allahtan çok seyahat edecek de ordan kurtaracağım biraz:)
bu arada iş yok diye ağlananların çoğunun sahte olduğuna karar verdim. gerçekten biz milletçe ya çok tembelleşmişiz ya da kısa yoldan çok paraya kavuşmaya çalışıyoruz. işyerine mutfak yaptıracağız mesela. alt tarafı üste 2 kapaklı dolap, aşağıya da 2 kapaklı dolap ve çekmece yapılacak. ben istedim ki sokak arası usta kazansın, gidip o devasa yapı marketlerinden almayalım. ancak 3 ayrı yerden aldığımız fiyatlar astronomikti. adam kendine % 50 kar mı koydu. anlamadım. mecburen yine yapı marketlerinin birinden aldık. sonra tadilat sonrası temizlik yaptırmak için temizlik şirketlerini aradık. ancak adamların bir kısmı bayram öncesi doluydu, diğer kısmı ise yine astronomik rakamlar istedi. ya kardeşim temizlik firması için bayram öncesi doluluk ne demektir ?? işyerleri bayramda parlasın diye extra temizlik mi yaptırıyor? firmalarında misafir mi ağırlayacaklar acaba ? kartvizit/ fatura bastırılacak mesela. İki tane yan yana ayrı matbaadan fiyat aldık. aynı ürüne biri nerdeyse % 20 fiyat farkı verdi. bu nasıl olur deyip ikisinden de almadık. mobilyada da aynısını yaşadık.
bunun gibi nice örnekler yaşadım şu son günlerde. sanırım türkiyenin en büyük problemi işte bu. çalışma isteği yok. standard hiç yok.

27 Kasım 2008

uyku öncesi hayaller..

ya bugünlerde bana bir ilham perisi uğradı sanırım :) sürekli yazma ihtiyacı duyuyorum..

evet bugünkü dersimizin konusu hayaller, ama herhangi değil, uyumakta zorlanırken insanın kurduğu hayaller, uykuya yardımcı olması için düşünülen hayaller..

bazıları koyun sayarken ben ne görüyorum biliyor musunuz? lotoyu kazanırsam neler yapabileceğimi:)) ha bir de oynasam daha da etkili olacak. ama ya tutarsa diye hayal etmek bile yetiyor.

ilk yapacağım şey bir kısmını gerçekten ihtiyacı olan bir kaç aileye paylaştırmak oluyor. herhangi bir vakfa veya derneğe değil ( denizfeneri örneğini gördük ) , kendim tespit edip emin olduktan sonra yapıyorum yardımları..

2cisi ise avusturalya, yenizelanda, kanada veya amerikadan güzel bir ev almak oluyor. ama öyle bir apartman dairesi değil. şöyle güzel kocaman bahçeli bir ev. kendim için değil, oğlum için elbet. onun kesinlikle bu ülkede üniversite okumasını istemiyorum. allah da izin verirse onun bu ülkelerden birinde eğitim görmesi için elimden geleni yapacağım mutlaka.

3sü kendime, aileme istanbulda güzel, sessiz bir sitede ev almak oluyor. hatta içini bile döşüyorum :)

4 sü olmuyor pek :) çünkü uyuyakalıyorum :)))

hayal de olsa .. güzel değil mi?:)

26 Kasım 2008

sobemm..



sevgili figenin haftalar öncesi sobesini ancak cevap yazabiliyorum. fotograf makinam goncam ile birlikte çin yollarında seyahat ettiğinden ancak resim çekebildim :)

ilk önce çantam, ya da minik bavulum mu desem :)

tüm annelerin kaderi sanırım bu koca çantaları taşımak. oldum olası her gün çanta değiştirenlerden olamadım. bu konuda çok üşengeçimdir. o yüzden 3 sene önce bu çantayı aldım ve hala canı çıkmış bir şekilde kullanıyorum. içindekilere gelince :
- elbette vazgeçilmez cüzdan..

-ev,araba ve şimdi de ofisin anahtarları..

-cep telefonu..

-deodrant..

-ıslak mendil ve kağıt medil..

-kolonya ve temizleme jeli..

-not defterim ve kalemler..

-can beyin oyuncakları ..

-el kremi..

-gözlük..

- yeni yeni kullanmayı öğrendiğim mp3 player

ve elbette olmazsa olmaz fotograf makinası...

ayrıca bu bez torba da can beyin minik bavuludur:) her zaman çok terleyen bir çocuk oldugundan en yakın yere de gitsek yanımda mutlaka bir kat çamaşır bulundururum. ayrıca mutlaka sataralık ( salatalık:) ), avuç (havuç:) ), sakız ve bisküvi de bulunur bu torbada.

2. sobe konusu ise neden blog yazmam sorusuydu...
aslında bunu şu yazımda belirtmiştim ... önceleri sıkı bir okuyucu olarak girdiğim bloglar alemine kendi halinde bir yazar olarak devam ediyorum...:)
genelde sobeler konusunda hep sonuncu olduğum için pek devam ettiremezdim. ama bu defa sevgili nihan'a paslıyorum bu sobeyi :)

24 Kasım 2008

ajdara :)

birlikte çizgi film seyrediyoruz. ama ben çok dikkatli bakmıyorum.

can : aa anne bak !

anne : ( şu sıralar inanılmaz bir dinazor hayranlığı olduğu için ) evet canım dinazor ..

can : hayır anne . o bir ajdara.

anne anlamıyor başta tabii.

anne : ne o ?

can : (kızıyor) of anne ajdara o. ataş çıkaran..

anne : aa evet haklısın. ben yanlış görmüşüm. ( cidden de filmdeki bir ejderha :) )

ben de inanılmaz derece ukalalık yapan ve annemi olur olmaz yerde düzelten bir çocuktum. annemi çok sinirlendirmişimdir :) sanırım tarih gerçekten tekerrürden ibaret :)

21 Kasım 2008

var mısın ? YOKUM !!!!

televizyon seyretmeyi oldum olası severim. benim için bir nevi beyin boşaltma işlemi gibidir. ama bazı programlar ya da diziler vardır ki hiç bir kere seyretmemişimdir. mesela "var mısın yok musun " adlı tuhaf yarışma. kurallarını bile halen bilmem. ya da bir dönem çok ünlü olan " hatırla sevgili" ye ya da şu an olay dizi olan " yaprak dökümü" ne hiç ilgi göstermedim. nedense bu tarz diziler bana hiç ilgi çekici gelmedi.

hatta " asi" dışında hiç bir türk dizisini izlemiyorum artık. tümünde konu aynı. zengin, müsrif insanlar, gereksiz bir şatafat, konular hep aynı. ya romanlardan çalma ya da yabancı dizilerden. ha bir de son dönemde çıkan birbirinin aynı gerçeklikdışı polisiyeler var.

bu tuhaflıkların arasında daha da tuhaf bir "yemekteyiz" programı çıktı başımıza. çok yazıldı çizildi. ama ben de yazmadan edemeyeceğim. maalesef seyretmeden duramadığım, ama seyrederken de insanların cahilliklerine, küstahlıklarına ve yalancılıklarına sinirrrr olduğum aptal bir program. ya nasıl insanlar bu kadar rahat ekran karşısına geçip yalan söyleyebiliyor ? hele bir de şu damak tadım da damak tadım diye tutturmuyorlar mı ?? hay sana da , damak tadına da diyesim geliyor her defasında. ama en çok neye illet oluyorum biliyor musunuz? bu kadar yokluğun yaşandığı, herkesin kriz kriz diye inlediği, çoğu insanın bir ekmek bulmak için bile ne kavgalar verdiği bu ülkede, yapılan yemekler resmen çöpe atılıyor. puan vermeme uğruna o yemekler yenmiyor ve resmen çöpe gidiyor.. bak yine sinirlendim şimdi :(

ya şu evlenme programlarına ne demeli ?? ama bunları hazırlayana değil de, oraya katılmaktan medet uman insanlara yuuhh demeli ! insanlar yıllar boyu birbirini tanımıyorken, hiç bilmediğin bir insanla nasıl evlenmeye kalkıyorsun ? allah akıl fikir versin der hep annem :) versin versin. cidden ihtiyacları var:)

peki ben ne seyrediyorum ? elbette tüm haber kanallarını ve tüm siyaset programlarını. dermişim :))) ama aksine haber seyretmemeye, gazete okumamaya çalışıyorum. belki bu durum 3 maymunu oynamak anlamına geliyor, ama okumak / duymak sonucu değiştirmeyeceği için hergünkü taciz/tecavüz/cinayet/rüşvet/politika haberleriyle içimin dışına çıkmasına gerek görmüyorum.

belki basmakalıp ama cnbce/e2 hastasıyım. ordaki dizileri kaçırmamaya çalışırım. hele ki "dexter" diye bir dizi var ki :)) farklı ve tuhaf bir polisiye izlemek isteyen herkese tavsiye ederim. 3. sezon bölümlerini 4 gözle bekliyorum :) aynı şekilde "chuck" ve " pushin daises" de oldukça eğlenceli bir ajan/ polisiye dizisiydi. yeni sezon henüz başlamadı. " heroes" zaten başı başına kült dizi artık. yakında onun da yeni sezon bölümleri başlayacak. ha bir de " csı" lar var tabii . ama şu sıralar hiç kaçırmadığım "gossip girl" var. ultra ultra zengin veletlerin nasıl bir hayat yaşadıklarına , küçük bir 3. dünya ülkesinin bütçesi kadar harcama yapmalarına, daha 18 bile olmamışken her türlü cinselliği, içkiyi, uyuşturucuyu tatmalarının aileleri tarafından bile normal karşılanmasına hayretle bakakalıyorum. hatta eminim ki dizidekiler gerçek hayattakilerden bile masum kalıyordur. "nip/tuck" ve "lost" da yeni sezonu sabırsızlıkla beklenen diziler..

peki ya sizler ? sizler neler seviyorsunuz ?

20 Kasım 2008

rahmi koç müzesi..



bu müze ziyaretini aslında haftalar önce yaptık. tembelliğime kurban gidince yine yazmak bugünlere kaldı:( ancak mutlaka yazılması gereken çok eğlenceli bir geziydi..
burası can için bir cenetti ! aslında sadece onun için değil, bizler için de çok eğlenceli geçti. orjinal uçaklar, trenler, arabalar, tankerler, sandallar,gemiler, vapurlar. herbirinin içine rahatlıkla girip her detayını inceleyebiliyorsunuz.

koç ailesinin ürettiği birçok markanın tüm makinalarına ait ( beko bulaşık makinası gibi ) şeffaf halleri sergileniyor. tümünü düğmelerle kendin çalıştırıp makinanın iç işleyişin nasıl olduğunu öğreniyorsun.
ayrıca şimdiye kadar gördüğüm en geniş ve ayrıntılı minyatürleri inceleyebiliyorsun. bazıları aşağıdaki resimdeki gibi sahne olarak düzenlenmiş:) bu minnacık objelerde hiçbirşey unutulmamış. bu tarz minyatürlere çok meraklı olan ben sırf bunlar için bile saatlerce orda bulunabilirim :)

dökülmüş süt bile unutulmamış :)


bahçede ise eski tarz dükkanların sergilendiği bir sokak bile var. eczacı, ayakkabı tamircisi, oyuncakçı gibi.. özellikle de oyuncakçıda eski tarz teneke veya ahşap oyuncakları görünce cidden duygulandım. can bey de tabii ki sonuncuda fena takıldı.
can : anne içeriye girebilir miyim ?
anne : olmaz kuşum. bunlar bebek ve vitrinde sergileniyor sadece.
can : e ben de vitrinde otururum o zaman :)


günde iki defa ayrıca minik nostaljik bir tren gezisi yapabiliyorsun. aynı eskiden olduğu gibi ve orjinal güzergahta...



gezinin sonunda ise can bey yorgunluğu minik bir oyun bahçesinde atlı karıncaya binerek attı:)


sabah 11 gibi başladık gezmeye ve tam 4 saat sonra pes ettik. üstelik görmemiz gereken bir binayı daha es geçmek durumunda kaldık. çok yorulduk ama çok da eğlendik. büyük küçük herkese tavsiye ediyorum :)

19 Kasım 2008

mundial sirki...




hiç gezmiyoruz diye nankörlük yapan can bey bu sefer de sirke gitti. aslında 2 sene önce de küçükçiftlikdeki sirke gitmiştik. ancak pek ilgi göstermemiş, hatta çok sıkılmış ve yarıda çıkmak durumunda kalmıştık. sirki seyretmek yerine lunaparkdaki aletlere binmişti:)

ancak bu defa artık 4 yaş olgunluğunda !! olduğunu varsayarak yeniden deneme yapalım dedik. özellikle de milka şenliğinin olduğu güne denk getirdik ama maalesef şenlikten pek birşey görmedik. ya da denk gelmedik., birkaç şişme oyuncak ve inek kostumünde dolaşan birkaç kişi haricinde bir hareket yoktu. hatta bir sürü para tuzağı tuhaf oyuncaklar vardı ki, başımın belası oldular.

40-45 dakikalık beklemeden sonra çadıra girdik. yerimiz çok güzeldi, hatta arkamızdaki sıralar boş olunca, sıkışmadan rahat rahat oturduk. oturdum demem lazım. çünkü can bey bir dakika bile oturmadı. sürekli zaten çok eğreti duran merdivenlerden inip mısır ve oyuncak satan adamın peşinden gitmeye çalıştı. mısır aldık, bu defa da şu ışık saçan tuhaf oyuncaklardan tutturdu. o zaman da benim damarım tuttu ve hayır dedim. o ağladı, bağırdı, ben kızdım, sinirlendim. neymiş bir sirk seyretmeye gitmişiz. aralarda az da olsa palyaçoları seyretti. oturduğu zamanlarda ise milkadan aldığı inek böğürtüsü gibi ses çıkaran aleti üfürüp durdu ve sürekli gürültü yaptı. en sonunda bende sabırtaşı kırıldı ve beyimizi ağıt figan arasında sürükleyerek çıkardım.

düşünüyorum, birçok anne baba gibi istediğini yapmasına izin mi versem daha mı iyi olacak ? çok mu sert davranıyorum ? kötü bir anne miyim ? yoksa ona çok mu fazla şey verdik ? bundan dolayı mı hiçbirşeye ilgi göstermiyor, değer vermiyor? onu çook mu şımartıyoruz ? fazla mı sevgi veriyoruz?

bu hafta beşiktaş cumartesi pazarını da ucuz iğrenç bir çin malı araba için ayağa kaldırıp ağlamaktan ve bağırmaktan helak olunca ( e ben de tabii ) bu sorular sürekli beynime üşüşüyor..cevabını bir türlü bulamadığım sorular :(

18 Kasım 2008

kızma birader :)

doğumgününe "kızmabirader" oyununu aldık.

anne : bak cano kızma birader.

can : e anne ben kızmadım ki ?!

------------------------------------------------

akşam yatağa yatma merasimleri arasındaki konuşmalar :

can : anne , babam kaç yaşında ?

anne : 44

can : aaa ben de 4 yaşındayım..

anne : ama o 44..

bir kaç saniyelik sessizlik sonrasında

can : anne bu bana çok tuhaf geldi. 40 ve 4 ?? :)))

---------------------------------------------

tatil ertesi yuvaya ilk başladığı dönemlerdeyiz.

can : anne ya ben çok sıkılıyom.

anne : neden ?

can : e anne ep ev okul, okul ev. ep buradayız.

anne : peki ne yapalım sence ?

can : e arada bir gezmeye de gidelim.
( nankör velet:) ondan daha fazla gezen çocuk yoktur herhalde :))
------------------------------------------------

durup dururken babasına sesleniyor.

can : baba hadi muhabbet edelim.

baba : ne demek şimdi bu?

can : sohbet etmek demek baba..

------------------------------------------------

anneanne ile kitap okuyorlar. ( ya da ben öyle olduğunu sanıyorum:)

can : ya anneanne, ben şu annemi hiç anlamıyorum.

anneanne : neden ?

can : hem seviyor, hem kızıyor, hem de dövüyor . (asla yapmam, ama poposuna arada bir yediği şaplaklar onun için en büyük olay:)

anneanne: olsun anneler hem sever hem kızar.

can : olmasın. birşey anlamadım bu işten ...

-----------------------------------------------------

manavın önündeyiz. bir meyvenin fiyatını soruyorum. fiyat gerçekten uçuk.

can'ın tepkisi : ohhaa !! :))

( sanırım bu kötü sözü benim trafik muhabbetlerimden öğrendi :))

---------------------------------------------------

bir süre önce alaturka tuvaleti keşfetmiş olarak ara ara kakasını yaparken bundan bahsediyor.

can : anne ben o delikten düşerim değil mi ?

anne : yok oğlum düşmezsin..

can : düşelim düşelim.. ama sen düşmezsin..

anne : neden ?

can : çünkü senin popon kocaman.. :((

( ya oğlum. dürüst ol dedik de bu kadar ol demedik :))

------------------------------------------------------------

teyzesi ile kuduruyorlar. bu arada sık sık gaz çıkarınca teyzesi şakacıktan tepki veriyor.

teyze : of cano ya. pırt pırt burnum dibinde...:)

cano ( çook ciddi) : olsun.. bişey olmaz..

12 Kasım 2008

4...

39 rakamının yanında 4 ne kadar masum kaldı değil mi :)


o daha minicik bir varlık ve masum ve enerji dolu ve umutlu ve en önemlisi de mutlu...


ona sahip olduğum için ben de çoook mutluyum..


gelelim 3 gün 3 gece süren kutlamaların detaylarına:)


7.11 da ilk yuvada kutladık. geçen sene de orda kutlamıştık ve bu bir sene içinde sadece benim oğlumun değil, diğer çocukların da ne kadar çok büyüdüğünü ve olgunlaştıklarını görmek beni cidden şaşırttı. geçen sene biz orda olduğumuz için ağlayan kız mesela, bu defa bize laf yetiştirdi:) hepsi daha rahat ve daha uyum sağlamış gibiydiler. geçen sene hepsi yeni yuvaya başlamış, henüz anne babadan ayrı kalmaya alışmamış minicik kuzuydular. bu sene hepsini birer mini koyun olarak gördüm :)) hem de besili koyunlar:) maşallah nerdeyse tümünde güzel bir göbek vardı. can'ın da iştahi ürkütücü şekilde arttı . bu durum geçenlerdeki arı sokması sonrası başladı. inanmak güç ama sevgili fikriminincegülü ve nihan'ın da bahsettiği gibi bu arı sokması sonrası böyle olurmuş. ben kendimi bildim bileli kilo ile uğraşan biri olarak onun böyle bir probleminin olmaması için elimden geleni yapacağım.

can gitmek için artık geçen senedeki kadar itiraz da etmiyor. geçen sene her sabah onu ikna etmem yarım saat sürerken, bu sene bu süre 5- 10 dakikaya indi :)


kutlama geçen seneki gibi sade geçti. bol bol şarkılar söylediler.. dans ettiler. bir sürü hediye aldı. hatta almaya o kadar çok alıştı ki, bitince " e başka yok mu" diye şikayet etti :) zamanenin doyumsuz çocukları..







2. kutlamayı cumartesi günü sadece çekirdek aile arasında yaptık. babası cumartesi akşamı 15 günlük bir seyahate gideceği için çok fazla detaya giremedik. ama elbette bu çekirdek aileye sadece anne ve baba değil, anneanne, teyze, dayı ve yenge de dahildi.:) maalesef çook koşuşturmalı bir günün ardından tümümüz ev kiyafetleri ile rezil bir halde olduğumuz için sadece ev yapımı pastasının resmini koyayım bari dedim :)

3. kutlama ise aslında benim kutlamamdı. yani benim arkadaşlarım ziyarete gelmişti. ancak biz yine birşey anlamadık. arkadaşımın yaşıtı oğlu ile bir dargın bir barışık oynamaya başlayınca onların peşinden koşmaktan başka birşey yapamadık. sürekli kavga ettiler, diğer çocuk can' a sürekli vurdu, kafasına birseyler attı, hatta etini kıvırarak nerdeyse morarttı. can ise onun daha küçük olduğunu bildiği için tepki vermedi. ama yavrum şu an tüm yüzünde ege'nin izlerini taşıyor.

böyle zamanlarda insan düşünmekten kendini alamıyor. kavgaların pek yaşanmadığını, vurma gibi eylemlerin kesinlikle olmadığını bildiğim bir ortamda büyüyen bir çocuk nasıl böyle saldırgan olur ???

6 Kasım 2008

39...

ürkünç bir rakam gibi sanki.. 39.. 40 ' a bir kala..

sihirli 30 rakamının sonu... 40'a sadece bir senecik kaldı.

ama sanırım ben artık hep bu 39' da kalacağım :)

gerçi 29'da da aynı düşünceye sahiptim.. ne oldu ?

şimdi 39 oldum...

tahmin edileceği gibi bugün benim doğumgünüm :)

ama yaklaşık 10 senedir pek kutlamıyorum. yaşlandığımı bir de kutlayarak hatırlamak istemiyorum..



ancak tam 3 senedir artık kimse hatırlamıyor. neden mi :)



işte bu sebepten dolayı : ))






onun doğumgünü de yarın.. artık herkes sadece onunkini hatırlıyor ve onunkinden dolayı da benimkini..

ne garip bir dünya değil mi ? 3 senelik minik fasulye 39 senelik koca bir hayatı nasıl yerlebir ediyor:) benim minik hediyem :)

bugün ilk aldığım kutlama ve hediye -inanmayacaksınız ama- digitürkten oldu. bana tam 3 gün 3 gece full kanal hediye etmişler :)

ama en büyük hediyeyi sevgili kocacığım verdi. ortağı olacağım yeni şirketinin bugün kuruluşu yapıldı. umarım doğru şeyi yaptım :)

30 Ekim 2008

blog arkadaşlığı...




bu ödül blogları gezmeye başladığında psikolojik olarak en kötü günlerimi yaşıyordum. bu günlerde her konuda olduğu gibi bu konuda da alınganlık seviyem en üst noktadaydı. ilerledikçe kendimi hiç bir listede görmediğim için gerçekten üzülmeye başlamıştım. ama şimdi değil bir, tam 3 arkadaşımdan geldi bu bana. sevgili nihan, figen ve emine' den :)

özellikle nihan ve figen in de gerçekten yanımda yerleri ayrı. çocuklarımızın yaşça hemen hemen aynı dönemlerde olmaları, üçümüzün aşağı yukarı aynı zamanlarda yazmaya başlamamızdan ve henüz sanal da olsa birbirimizin "dilinden" çok iyi anlamamızdan kaynaklanıyor sanırım. henüz diyorum, çünkü blog arkadaşlarımla mutlaka bir gün yüzyüze görüşmek istiyorum. inanıyorum şu anki "gerçek" arkadaşlarımdan daha gerçek ve dost olacaklar.

ama emine de en çok severek okuduğum bloglarımdan biri. talhanın maceralarını öyle güzel anlatıyor ki, en kötü zamanında bile insanı gülümsetiyor.

sanal dünya yalan dünya derlerdi hep. ama ben internete girmeye ilk başladığım dönemde edindiğim sanal arkadaşlarımla bazılarıyla hala görüşüyorum. elbette her alanda olduğu gibi bu alanda çok istismar oldu ve hala oluyor, ancak doğru noktada sağlam durduğun sürece asla kötü şeyler olmuyor.
bloglarda da zaman zaman kavgalara denk geldim. gözlerime inanamamıştım. insanlar sanal da olsa kavga etmeye, birbirlerinin arkasından laf yetiştirmeye ne meraklıymış. hatta benim de yazdığım bir yazı için özelime mail atıp polemik yaratmak isteyenler bile oldu.

ama olsun. blog yazmayı seviyorum, arkadaşlarımı yazılarını okumayı çok seviyorum, onlarla aynı şeyleri yaşadığımı ve yalnız olmadığımı bilmek çok iyi geliyor.

bundan dolayı beni okuyan tüm arkadaşlara bu ödülü gönderiyorum ve aşağıdaki şarkıyı hediye ediyorum :) ( teoman - istanbulda sonbahar)

29 Ekim 2008

cumhuriyet bayramımız kutlu olsun..

havayı güzel görünce kendimizi öğlen beşiktaş sahiline attık. 29 ekim şenliklerinden dolayı büyük hoparlörlerden müzik yayını yapıyorlardı. e benim kıpır kıpır oğlum hiç durur mu ?

böylece günün önemine uygun güzel bir kutlama yaptı. buyrun :)

27 Ekim 2008

yuhhhhh da yuhhhhhhh....

bu nasıl bir zihniyet, bu nasıl bir ülke, bu nasıl bir demokrasi ??????

ama yasakların asla yasak kalmadığı bir ülke bu !!

BEN SUSMAYACAĞIM!!!!!!!


bu postu da şu an www.beatfiltering.com üzerinden yazıyorum.

lütfen sizler de devam edin..

23 Ekim 2008

bardağın dolu tarafı...

evet bir de bu taraftan görmeye çalışmaya çalışacağım.. şöyle sıralayalım..

kuzenim şu an hala yoğun bakımda. ancak ilk günlerdeki olumsuz hava az da olsa dağılmış durumda. şu an stabil durumda, ancak beynindeki ödem çok yavaş gerilediği için ameliyata alınamıyor ve vücudunda inanılmaz kırık var. ama şu arabadan çıkıp, hala yaşıyorsa gerçekten
şükretmek gerek sanırım. ( haberde yaşını da yanlış yazmışlar !)

arabam maalesef hala tamirde. ama yukardaki durumu düşündükçe maddi hasar ile kurtulmuş olmamıza şükretmeliyim.

eşim kendini yeni işine adadı. ancak tam olarak düzen oturması, büro bulunması, müşteri ile diyaloglar derken 4-5 ay geçeçecek sanırım. genelde yenilikler konusunda oldukça tembel olan kocam bu konuda çok çaba harcıyor. işten ayrılmasına da nerdeyse şükrediyorum diyeceğim :)

minik canavarım ise tam formunda:) benim negatifliğim ona da yansıyor ve herşeye kızıyor, ağlıyor, tutturuyor, bağırıyor, surat bir karış dolaşıyor. resmen depresyonda ! ama yeniden yuvaya başladı. biraz olsun düzene giriyor ve düzeliyor. olsun , o sağlıklı, akıllı bir bücür.
bunun için de şükrediyorum....

işte bu.. neden her zaman şu bardağın sadece boş tarafını görmek için çaba harcarım ?
oysa dolu tarafı her zaman daha sakinleştirici ve yapıcı.. sanırım :)

artık bloglarımı gezmeliyim. onlardan çok uzak kaldım.

not : destek yorumlarınız için çok teşekkürler..

16 Ekim 2008

allahım ne olurrrr...

bundan daha kötü olamazz..

şu an kuzenim hastanede komada, ölümle savaşıyor..

trafik denilen canavara yenilmek üzere..

o daha bir ana kuzusu, o daha hayatın başında, 30 bile olmadı daha :(

ne olur allahım.. sana yalvarıyorum.. ne olur daha da kötüsünü yaşamayalım..

10 Ekim 2008

:(

güzel yorumlarınız için çok teşekkürler...

ama maalesef herşey daha da kötüye gidiyor.

sanırım allahım diyor ki sen şikayet ettikçe ben sana daha çok sebep vereceğim. bu bayram bu ülkeye olduğu kadar bize de hiç iyi gelmedi.

aslında bu postta güzel bir akraba ziyaretinin detayları olmalıydı. epeydir görüşmediğimiz yalovadaki kuzenimin yeni evinin resimleri ve can ile yaşıt olan cimcime kızının maceraları.
güzel geçen 3 gün, ama balyoz etkisi olan son. ağaçların arkasında kendi kendine yanan trafik ışıkları, 100 mt içinde tam 4 tane ışık ve sonrasında saniyelik bir kafa çevirmenin sonucunda güzel bir trafik kazası. allaha şükür bizde birşey yok, çünkü tümümüzde kemer vardı. öndeki arabada da görünürde maddi olarak bir hasar yok. ama benim arabanın önü tabii ki paramparça oldu ve inanılmaz masraf çıkardı. e tabii o arabanın ordan oraya taşınmasının telaşı ve yorgunluğu da çabası.
içime yiyen ise trafikte cidden çok dikkatli olan ben nasıl oldu da böyle bir kazaya sebep oldu. sürekli düşünüyorum ve gözümün önüne sadece o çarpma sesi geliyor.

ikinci balyoz ise eşimin bazı anlaşamamazlıklar yüzünden işinden ayrılması oldu. aslında 6 aydır kendi işini kurma için organizyonlar yapıyordu ama en azından bazı şeyler oturana kadar işten ayrılmayı düşünmemişti. iş durumlarının ve işveren olmanın verdiği bazı küstahlıklara dayanmak gerçekten çok zordur ve bunu yapması gerçekten kaçınılmazdı. ama bu durum bizi maddi anlamda çok zorlayacak.

ardarda bu olumsuzluklardan sonra artık ne düşüneceğimi, hissedeceğimi bilmiyorum. bir yandan bize ve özellikle de oğluma birşey olmadığı için şükretmeliyim diyorum, ama diğer yandan neden herşey bu kadar arka arkaya kötü gider ki insanın hayatında diye kendi kendimi yiyorum.

herşeyde hayır vardır diyerek kendimi telkin etmeliyim! miyim ?
aslında artık düşünmek de istemiyorum.....

28 Eylül 2008

geri dönmeliyim..

EVET GERİ DÖNMELİYİMM!!!

gerçek yaşama dönmeliyim. tekrar günü gününe yaşamaya dönmeliyim. yaşamımı yeniden elime almak için dönmeliyim..

belki bu cümleleri sürekli söylersem, dinlersem, yazarsam, okursam işe yarar. YARAMALI!

yoksa bu belirsizliğin içinde gittikçe boğulacağım. KENDİME GELMELİYİM!

tembellik had safhada. hatta bu gezi postları da bu tembelliğin azizliğine uğradı. onları zamanında yazmak yerine biriktirip bir iki gün içinde yazdım. sanırım bu yazıların ruhunu böylece kaybettim. üstelik resimler arasında bu aptal araları da kaldıramayınca görüntü de güme gitti.. oysa bu gezilerde can bey'in öyle güzel cümleleri vardı ki ...

işte şu sıralar hayatımın özeti bu. ruhsuzluk, ilgisizlik ve hatta oğluma karşı bile inanılmaz bir agresiflik..

geri dönmeliyim.........


dip not : yeni bannerimiz için mimit teyzemize teşekkür ederiz:)

24 Eylül 2008

harbiye askeri müze

bu hafta babamız burda olmadığı için anneanne kampındayız yine :) bol bol geziyoruz.


epeydir mehter takımını izlemek istiyordum. nedense bu konserlere ne zaman denk gelsem tüylerim diken diken olur. normalde hiç de vatansever olmayan duygularım ayaklanır birden:)

can beyimizin de bu gösteriyi izlemesini çok istiyordum. gazetede feshanedeki ramazan etkinlikleri arasında bu gösterinin olduğunu okudum. ancak geçen seneki feshane macerasından sonra oraya pek gitmek istemiyordum. oraya ulaşmak için 1.5 saat trafikte kalmıştık. gittiğimizde arabaya yer bulamayıp geri dönmüştük :(

google de aratırken yanı başımızdaki harbiye askeri müzede hemen hemen her gün bu konserin olduğunu öğrenince çok mutlu oldum. aynı zamanda can'a müze tarzı yerlere gezmeyi sevdirmeyi istediğim için de çok iyi oldu.






benim uçak, araba delisi oğlum savaş uçaklarını görünce mest oldu tabii.







ne çok meraklısı varmış meğer bu gösterilerin. geldiğimizde heryer doluydu. o yüzden kendimizi çimenlere atıverdik. yerliden çok turist ve özellikle de japon vardı. insanlar dünyanın diğer ucundan buralara gelip bunları izlemek için çaba harcarken yanıbaşımızdaki olaylardan bihaber olduğum için valla utandım.






















can müzede aynı düşündüğüm gibi davrandı. dart makinasındaki toplar gibi ordan oraya koşturdu:) ama yine de ara ara da olsa kılıçlara, tablolara, gerçek boyuttaki insan ve at heykellerine gerçekten durup ilgi gösterdi. az da olsa odaklanması güzeldi. özellikle de her ayrıntının gerçek boyutunda yapıldığı savaş sahnelerinin sergilendiği salonlarda durup ciddi ciddi inceledi, sorular sordu. benim oğlum büyüyor gerçekten :))


e harbiyeye gelmişken nişantaşını görmeden olmaz, değil mi :) üstelik etrafta devasa ayakkabılar uçuşurken :)




















23 Eylül 2008

sultanahmet..

ramazan gelince sultanahmet de ziyaret edilmeden olmaz değil mi. e biz de gezmeye alışmışken geçen akşam anneanne, anne, teyze ve torun olarak tam kadro sultanahmete gittik. herzamanki gibi çook kalabalık . ancak sanki geçen seneye göre daha temiz, daha derli toplu gibiydi. bir kere sucuk köfte kokuları yok olmuş, çok iyi olmuştu. daha çok tatlıcı tarzı yerler vardı. her yer tertemizdi.

biz girer girmez hemen birer porsiyon künefeyi midemize indirdik. uzun süredir gerçekten künefe tadında künefe yememiştim. iyi geldi. can bey daha sokağa girmeden başladı. onu istiyom, bunu istiyom, şunu istiyom diye. bu tutturma işini korkunç bir boyuta getirmiş durumda. elinde mesela dondurma varken haşlanmş mısır da istiyor, gördüğü her türlü oyuncak ya da en basitinden bir balon için bile mini bir kiyamet koparıyor. istediği herşeyi alan biri değilim. ne kadar ağlarsa ağlasın istedikleri yapılmıyor. ama yine de inatla usanmadan şansını deniyor. son dönemde onun birçok konuda ne kadar olgunlaştığını gördüğüm halde bu isteme işinde neden hala bebek gibi davranıyor anlamıyorum. sanırım şu ya sabır cümlesini sabırla söylemeye devam etmeliyim :)
hmmm künefe :)

teyzemizin özel isteği üzerine :)

sultanahmet camiinin altındaki çay bahçesine giderken yolumuz üerindeki başka bir çay bahçesinde bu gösteri vardı. biz de durup seyrettik. yanımızdaki ispanyol turistler de heyecanla izliyorlardı. gösteri biter bitmez bizim gibi dışardan seyreden birkaç kişi ve turistler, hatta can bile alkışlarken içerdeki bir allahın kulu kılını ile kıpırdatmadı !! turistler de neden kimse alkışlamadı diye şaşırarak gitti. diyemedim tabi, biz türkler güzel olan hiçbir olaya değer vermeyiz diye :(
tiryaki oğlum benim :)


çeşmedeki tekne gezintisinde denk geldiğimiz zennenin videosunu bir türlü yükleyememiştim. çay bahçesindeki konser esnasında dayanamayıp sahneye fırlayan "seyirci " en az onun kadar iyiydi. buyrun :)

22 Eylül 2008

pazar günü mısır çarşısı..


hacivat ve karagöz hayal kırıklığı ertesinde mısır çarşısının arkasındaki petshoplara gittik. herkes bizim gibi hayvan seyretmeye gelmişti. fena kalabalıktı. e koca şehirde adamakıllı bir havanat bahçesi yokki şöyle çocuklarımıza kitaplarda televizyonlarda gördüklerinin gerçeğini gösterelim.

aslında ona ne zamandır minik bir balık ya da kuş almak istiyorum ama cesaret edemiyorum. sineği bile seven çocuk son dönemde çok ezici oldu. gördüğü yerde karınca eziyor, kedi kuyruğu çekiştiriyor. belki ona küçük de olsa bir hayvanın sorumluluğunu verirsem bu durum fazla ilerlemez diye düşünüyorum. ancak diğer taraftan onları eline falan almaya çalışır zarar verir diye ürküyorum. ona böyle bir sorumluluğu vermeli miyim ? sizler ne düşünüyorsunuz?


























21 Eylül 2008

hacivat ve karagöz ..

ramazan etkinlikleri içinde can' ı götürebileceğim yerleri araştırırken akbank çocuk tiyatrosu çıktı karşıma. gösteriler taksimdeki talimhane tiyatrosunda. geçtiğimiz pazar günü gittik. ancak salon çook havasız ve ter kokuyordu. her yer kapkaranlık ve çocuklar için de sıkıcıydı. gösteri için hazırlanan sahne de çok küçük kaldığından ve ses düzeni de iyi olmadığından çocuklar bir türlü konsantre olamadı. bir de "o çevrede" oturan büyücek çocuklar sahne önünde türlü soytarılıklar yapınca iyice koptular. gösterinin çok kısa bir bölümü ünlü diyaloglar şeklindeydi. gerisinde müzik ve kuklalar vardı sadece. bu kadar sinir bozucu duruma rağmen benim bücür dikkatle seyretmeye çalıştı. bu yuvadan kalma tiyatro alışkanlığının sonucu sanırım. ancak sona doğru o da isyan etti. seyredenlerin yarısı gibi maalesef biz de bitmeden çıkmak zorunda kaldık.



























ortaya karışık..1

temmuz ve ağustos ayları içinde istanbul içinde keşifler yapalım dedik. çoğu zaman kalabalıktan dolayı gitmek istemediğimiz veya bloglardan okuduğum tavsiyeler üzerine bir liste yaptık.


en güzel gezme zamanıymış meğer istanbulda bu aylar. her yer tenha, sakin. gene olarak trafik bile yoktu.

santralistanbul

'e hayran kaldık. böylesi yeşil, bakımlı ve büyük bir bahçenin olduğu bir yer hiç beklemiyorduk.
mest olduk.


















o sıcaklarda bahçenin serinliği ve çimenlerin kokusu çok iyi geldi.


















gördüğü her alet için "bu ne işe yarıyor" diey sordu. merakı gerçekten de içtendi.

mühendislerin yüzkarası babası da cevap vermeye çalıştı :)












içerdeki çok sayıdaki ufak deneylerle çok eğlendi.




























ordan çıkışta ise aylardır, belki de senelerdir gitmediğimiz rumelikavağına gittik. telli babanın üstündeki lokantalardan birinde birşeyler yedik. manzara her zamanki gibi nefes kesiciydi.














istinye park

zaman zaman anneanneye birkaç günlüğüne kampa da gittik. :) anne olmak yerine, orda yeniden çocuk olmak ne iyi geliyordu:) o günlerden birinde istinyeparkı ziyaret ettik. ben anti avm'ci olarak çok mutlu olmasam da annemin baskısıyla gittik. ordaki rainforest cafe 'de ilgisini çekecek mutlaka güzel şeyler olduğunu söyledi. gerçekten de öyle oldu. balıkları uzun uzun izledi. başta korksa da timsaha bayıldı. ordaki çocuklara hatta timsahlar konusunda ders bile verdi:)















anneannede bu arada pamuk şekeri tıkıyor:)
































18 Eylül 2008

erdek..

ağustosun 3. haftasında evdeydik. 2. haftasında yine bir büyük teyze yazlığı gezisi yaptık. bu defa otobüste daha sakin ve usluydu. haftasonuna doğru teyzesi de gelince yine çok keyifli bir hafta geçirdi. anneanne ve teyzeye çook düşkün. istiyor ki herzaman birlikte olalım. özellikle teyzesi oyun arkadaşı:)
















çook heyecanlıyız:) teyzeye yetişmeye çalışıyoruz.

-----------------------------------------------
ağustosun ilk haftasında yakın yerler ararken erdek çıktı karşıma.. üstelik can ile tek başına olacağım ve bende araba olmayacağı için de ulaşımı rahat olmalıydı. üyesi olduğum gruplardan birinden erdekte mini otel tavsiyesi geldi. resimlerden gördüğüm kadarıyla da çocuk için ideal gibiydi. tam pansiyon olması da büyük avantajtı. sonuç olarak erdek' e ilk defa gidiyorduk ve araba olmadığı için bir yerlere çıkmam zor olabilirdi. fiyatı da fena değil gibiydi. niyetimiz 5-6 gün kalmaktı.
öğlen feribotuyla bandırma'ya geçtik. gözümde en çok büyüyen ise valizi feribotun merdivenlerinden nasıl çıkaracağım düşüncesi idi. ama valizleri hemen girişe bıraktırdılar, yukarı çıkmamıza izin vermediler. bu tabii bana çok büyük kolaylık oldu, ancak yine de hiç bir kayıt veya isim/numara almamalı veya vermemeleri bana ters geldi. isteyen istediği valizi alıp gidebilirdi!




valizimiz değerli, ne de olsa tüm kum oyuncakları içinde :)































feribotta tabii ki oyun parkına en yakın masalardan bilet almıştım. ama can beni çok şaşırttı ve genelde pek kalkmadan bu pozisyonda oturdu, yerini de kimseye vermedi:) ya da yanıma gelip masadaki diğer çift ve çocuk ile muhabbet etti. genel olarak herzamankinin aksine laf dinledi !:)onun bu sakin ve olgun tavırları karşısında çok mutlu oldum. oğlum büyümüş ve annesiyle tek başına yollara düşebiliyordu artık !
bandırmada feribottan iner inmez dolmuşlarla otogara gittik. ordan da yine hiç beklemeden erdek dolmuşlarına bindik. zaten 15-20 dakikalık bir yol olacağı ve bizim de yarımadanın girişinde ocaklar'da ineceğimiz söylenmişti. öyle de oldu. çok rahat otele ulaştık.
















otelin bahçesi ve kumsalı çocuklar için idealdi. fazla büyük olmayan bahcede ve denize sıfır kumsalda sürekli göz önünde oluyorlardı. kumsal süperdi. her akşam temizlenen bir kum sahil ve tertemiz bir deniz. ancak biraz ilerledikten sonra denizin dibinde otlar yetiştiğinden biraz koyu duruyordu. bundan dolayı can'ı içeriye sokamadım::( hep denizin kenarında o koyu kısma kadar ilerledi. kesinlikle daha fazla gitmedi. kumsalın arkasında güzel koca asırlık ağaçların altında bir lokanta kısmı ve onun arkasında da mini bungalowlar şeklinde odalar vardı. odalar da büyük gayet ferahtı ama çook sıradandı. adı otel olan bir işletme havluyu asacak bir askı bile yoktu. genel olarak temizlik pek iyi değildi. kaldığımız süre boyunca zaten hiç temizlik yapılmadı.bana o kadar güzel tavsiye edildiği için elbette biraz hayal kırıklığına uğradım. yemeklerde çok vasattı. ama sonra öğrendim ki bu sene genç bir çift işletmesini almış ve üstelik hemen fiyat farkı da koymuş. bir sürü eleman çalıştırmalarına rağmen ( kendileri de bu arada sürekli çay kahve ve muhabbet ederek yoruluyorlardı) yeterince düzen koyamamışlardı. kimle konuştuysam hep geçen senelerde çok daha iyi olduğunu söyledi.. yazık olmuş otele.
sonuç olarak can her zamanki gibi süper eğlendi. daha kapıdan içeri girer girmez arkadaş edindive benim için de en önemlisi buydu. bol bol balık ve yengeç gördü. köpek sevdi. ağaçlara tırmandı.















































































































maalesef düşündüğümüzden erken dönmek zorunda kaldık çünkü şansımızdan inanılmaz korkunç bir rüzgar çıktı. konuştuğumuzu bile anlayamaz duruma gelmiştik.

dönüşte korktuğum başıma geldi ve benim bücür bir saniye oturmadı!




















sonuç olarak yakın yerler için de erdek çok güzel bir alternativ. onu artık öğrendik:)