28 Eylül 2008

geri dönmeliyim..

EVET GERİ DÖNMELİYİMM!!!

gerçek yaşama dönmeliyim. tekrar günü gününe yaşamaya dönmeliyim. yaşamımı yeniden elime almak için dönmeliyim..

belki bu cümleleri sürekli söylersem, dinlersem, yazarsam, okursam işe yarar. YARAMALI!

yoksa bu belirsizliğin içinde gittikçe boğulacağım. KENDİME GELMELİYİM!

tembellik had safhada. hatta bu gezi postları da bu tembelliğin azizliğine uğradı. onları zamanında yazmak yerine biriktirip bir iki gün içinde yazdım. sanırım bu yazıların ruhunu böylece kaybettim. üstelik resimler arasında bu aptal araları da kaldıramayınca görüntü de güme gitti.. oysa bu gezilerde can bey'in öyle güzel cümleleri vardı ki ...

işte şu sıralar hayatımın özeti bu. ruhsuzluk, ilgisizlik ve hatta oğluma karşı bile inanılmaz bir agresiflik..

geri dönmeliyim.........


dip not : yeni bannerimiz için mimit teyzemize teşekkür ederiz:)

24 Eylül 2008

harbiye askeri müze

bu hafta babamız burda olmadığı için anneanne kampındayız yine :) bol bol geziyoruz.


epeydir mehter takımını izlemek istiyordum. nedense bu konserlere ne zaman denk gelsem tüylerim diken diken olur. normalde hiç de vatansever olmayan duygularım ayaklanır birden:)

can beyimizin de bu gösteriyi izlemesini çok istiyordum. gazetede feshanedeki ramazan etkinlikleri arasında bu gösterinin olduğunu okudum. ancak geçen seneki feshane macerasından sonra oraya pek gitmek istemiyordum. oraya ulaşmak için 1.5 saat trafikte kalmıştık. gittiğimizde arabaya yer bulamayıp geri dönmüştük :(

google de aratırken yanı başımızdaki harbiye askeri müzede hemen hemen her gün bu konserin olduğunu öğrenince çok mutlu oldum. aynı zamanda can'a müze tarzı yerlere gezmeyi sevdirmeyi istediğim için de çok iyi oldu.






benim uçak, araba delisi oğlum savaş uçaklarını görünce mest oldu tabii.







ne çok meraklısı varmış meğer bu gösterilerin. geldiğimizde heryer doluydu. o yüzden kendimizi çimenlere atıverdik. yerliden çok turist ve özellikle de japon vardı. insanlar dünyanın diğer ucundan buralara gelip bunları izlemek için çaba harcarken yanıbaşımızdaki olaylardan bihaber olduğum için valla utandım.






















can müzede aynı düşündüğüm gibi davrandı. dart makinasındaki toplar gibi ordan oraya koşturdu:) ama yine de ara ara da olsa kılıçlara, tablolara, gerçek boyuttaki insan ve at heykellerine gerçekten durup ilgi gösterdi. az da olsa odaklanması güzeldi. özellikle de her ayrıntının gerçek boyutunda yapıldığı savaş sahnelerinin sergilendiği salonlarda durup ciddi ciddi inceledi, sorular sordu. benim oğlum büyüyor gerçekten :))


e harbiyeye gelmişken nişantaşını görmeden olmaz, değil mi :) üstelik etrafta devasa ayakkabılar uçuşurken :)




















23 Eylül 2008

sultanahmet..

ramazan gelince sultanahmet de ziyaret edilmeden olmaz değil mi. e biz de gezmeye alışmışken geçen akşam anneanne, anne, teyze ve torun olarak tam kadro sultanahmete gittik. herzamanki gibi çook kalabalık . ancak sanki geçen seneye göre daha temiz, daha derli toplu gibiydi. bir kere sucuk köfte kokuları yok olmuş, çok iyi olmuştu. daha çok tatlıcı tarzı yerler vardı. her yer tertemizdi.

biz girer girmez hemen birer porsiyon künefeyi midemize indirdik. uzun süredir gerçekten künefe tadında künefe yememiştim. iyi geldi. can bey daha sokağa girmeden başladı. onu istiyom, bunu istiyom, şunu istiyom diye. bu tutturma işini korkunç bir boyuta getirmiş durumda. elinde mesela dondurma varken haşlanmş mısır da istiyor, gördüğü her türlü oyuncak ya da en basitinden bir balon için bile mini bir kiyamet koparıyor. istediği herşeyi alan biri değilim. ne kadar ağlarsa ağlasın istedikleri yapılmıyor. ama yine de inatla usanmadan şansını deniyor. son dönemde onun birçok konuda ne kadar olgunlaştığını gördüğüm halde bu isteme işinde neden hala bebek gibi davranıyor anlamıyorum. sanırım şu ya sabır cümlesini sabırla söylemeye devam etmeliyim :)
hmmm künefe :)

teyzemizin özel isteği üzerine :)

sultanahmet camiinin altındaki çay bahçesine giderken yolumuz üerindeki başka bir çay bahçesinde bu gösteri vardı. biz de durup seyrettik. yanımızdaki ispanyol turistler de heyecanla izliyorlardı. gösteri biter bitmez bizim gibi dışardan seyreden birkaç kişi ve turistler, hatta can bile alkışlarken içerdeki bir allahın kulu kılını ile kıpırdatmadı !! turistler de neden kimse alkışlamadı diye şaşırarak gitti. diyemedim tabi, biz türkler güzel olan hiçbir olaya değer vermeyiz diye :(
tiryaki oğlum benim :)


çeşmedeki tekne gezintisinde denk geldiğimiz zennenin videosunu bir türlü yükleyememiştim. çay bahçesindeki konser esnasında dayanamayıp sahneye fırlayan "seyirci " en az onun kadar iyiydi. buyrun :)

22 Eylül 2008

pazar günü mısır çarşısı..


hacivat ve karagöz hayal kırıklığı ertesinde mısır çarşısının arkasındaki petshoplara gittik. herkes bizim gibi hayvan seyretmeye gelmişti. fena kalabalıktı. e koca şehirde adamakıllı bir havanat bahçesi yokki şöyle çocuklarımıza kitaplarda televizyonlarda gördüklerinin gerçeğini gösterelim.

aslında ona ne zamandır minik bir balık ya da kuş almak istiyorum ama cesaret edemiyorum. sineği bile seven çocuk son dönemde çok ezici oldu. gördüğü yerde karınca eziyor, kedi kuyruğu çekiştiriyor. belki ona küçük de olsa bir hayvanın sorumluluğunu verirsem bu durum fazla ilerlemez diye düşünüyorum. ancak diğer taraftan onları eline falan almaya çalışır zarar verir diye ürküyorum. ona böyle bir sorumluluğu vermeli miyim ? sizler ne düşünüyorsunuz?


























21 Eylül 2008

hacivat ve karagöz ..

ramazan etkinlikleri içinde can' ı götürebileceğim yerleri araştırırken akbank çocuk tiyatrosu çıktı karşıma. gösteriler taksimdeki talimhane tiyatrosunda. geçtiğimiz pazar günü gittik. ancak salon çook havasız ve ter kokuyordu. her yer kapkaranlık ve çocuklar için de sıkıcıydı. gösteri için hazırlanan sahne de çok küçük kaldığından ve ses düzeni de iyi olmadığından çocuklar bir türlü konsantre olamadı. bir de "o çevrede" oturan büyücek çocuklar sahne önünde türlü soytarılıklar yapınca iyice koptular. gösterinin çok kısa bir bölümü ünlü diyaloglar şeklindeydi. gerisinde müzik ve kuklalar vardı sadece. bu kadar sinir bozucu duruma rağmen benim bücür dikkatle seyretmeye çalıştı. bu yuvadan kalma tiyatro alışkanlığının sonucu sanırım. ancak sona doğru o da isyan etti. seyredenlerin yarısı gibi maalesef biz de bitmeden çıkmak zorunda kaldık.



























ortaya karışık..1

temmuz ve ağustos ayları içinde istanbul içinde keşifler yapalım dedik. çoğu zaman kalabalıktan dolayı gitmek istemediğimiz veya bloglardan okuduğum tavsiyeler üzerine bir liste yaptık.


en güzel gezme zamanıymış meğer istanbulda bu aylar. her yer tenha, sakin. gene olarak trafik bile yoktu.

santralistanbul

'e hayran kaldık. böylesi yeşil, bakımlı ve büyük bir bahçenin olduğu bir yer hiç beklemiyorduk.
mest olduk.


















o sıcaklarda bahçenin serinliği ve çimenlerin kokusu çok iyi geldi.


















gördüğü her alet için "bu ne işe yarıyor" diey sordu. merakı gerçekten de içtendi.

mühendislerin yüzkarası babası da cevap vermeye çalıştı :)












içerdeki çok sayıdaki ufak deneylerle çok eğlendi.




























ordan çıkışta ise aylardır, belki de senelerdir gitmediğimiz rumelikavağına gittik. telli babanın üstündeki lokantalardan birinde birşeyler yedik. manzara her zamanki gibi nefes kesiciydi.














istinye park

zaman zaman anneanneye birkaç günlüğüne kampa da gittik. :) anne olmak yerine, orda yeniden çocuk olmak ne iyi geliyordu:) o günlerden birinde istinyeparkı ziyaret ettik. ben anti avm'ci olarak çok mutlu olmasam da annemin baskısıyla gittik. ordaki rainforest cafe 'de ilgisini çekecek mutlaka güzel şeyler olduğunu söyledi. gerçekten de öyle oldu. balıkları uzun uzun izledi. başta korksa da timsaha bayıldı. ordaki çocuklara hatta timsahlar konusunda ders bile verdi:)















anneannede bu arada pamuk şekeri tıkıyor:)
































18 Eylül 2008

erdek..

ağustosun 3. haftasında evdeydik. 2. haftasında yine bir büyük teyze yazlığı gezisi yaptık. bu defa otobüste daha sakin ve usluydu. haftasonuna doğru teyzesi de gelince yine çok keyifli bir hafta geçirdi. anneanne ve teyzeye çook düşkün. istiyor ki herzaman birlikte olalım. özellikle teyzesi oyun arkadaşı:)
















çook heyecanlıyız:) teyzeye yetişmeye çalışıyoruz.

-----------------------------------------------
ağustosun ilk haftasında yakın yerler ararken erdek çıktı karşıma.. üstelik can ile tek başına olacağım ve bende araba olmayacağı için de ulaşımı rahat olmalıydı. üyesi olduğum gruplardan birinden erdekte mini otel tavsiyesi geldi. resimlerden gördüğüm kadarıyla da çocuk için ideal gibiydi. tam pansiyon olması da büyük avantajtı. sonuç olarak erdek' e ilk defa gidiyorduk ve araba olmadığı için bir yerlere çıkmam zor olabilirdi. fiyatı da fena değil gibiydi. niyetimiz 5-6 gün kalmaktı.
öğlen feribotuyla bandırma'ya geçtik. gözümde en çok büyüyen ise valizi feribotun merdivenlerinden nasıl çıkaracağım düşüncesi idi. ama valizleri hemen girişe bıraktırdılar, yukarı çıkmamıza izin vermediler. bu tabii bana çok büyük kolaylık oldu, ancak yine de hiç bir kayıt veya isim/numara almamalı veya vermemeleri bana ters geldi. isteyen istediği valizi alıp gidebilirdi!




valizimiz değerli, ne de olsa tüm kum oyuncakları içinde :)































feribotta tabii ki oyun parkına en yakın masalardan bilet almıştım. ama can beni çok şaşırttı ve genelde pek kalkmadan bu pozisyonda oturdu, yerini de kimseye vermedi:) ya da yanıma gelip masadaki diğer çift ve çocuk ile muhabbet etti. genel olarak herzamankinin aksine laf dinledi !:)onun bu sakin ve olgun tavırları karşısında çok mutlu oldum. oğlum büyümüş ve annesiyle tek başına yollara düşebiliyordu artık !
bandırmada feribottan iner inmez dolmuşlarla otogara gittik. ordan da yine hiç beklemeden erdek dolmuşlarına bindik. zaten 15-20 dakikalık bir yol olacağı ve bizim de yarımadanın girişinde ocaklar'da ineceğimiz söylenmişti. öyle de oldu. çok rahat otele ulaştık.
















otelin bahçesi ve kumsalı çocuklar için idealdi. fazla büyük olmayan bahcede ve denize sıfır kumsalda sürekli göz önünde oluyorlardı. kumsal süperdi. her akşam temizlenen bir kum sahil ve tertemiz bir deniz. ancak biraz ilerledikten sonra denizin dibinde otlar yetiştiğinden biraz koyu duruyordu. bundan dolayı can'ı içeriye sokamadım::( hep denizin kenarında o koyu kısma kadar ilerledi. kesinlikle daha fazla gitmedi. kumsalın arkasında güzel koca asırlık ağaçların altında bir lokanta kısmı ve onun arkasında da mini bungalowlar şeklinde odalar vardı. odalar da büyük gayet ferahtı ama çook sıradandı. adı otel olan bir işletme havluyu asacak bir askı bile yoktu. genel olarak temizlik pek iyi değildi. kaldığımız süre boyunca zaten hiç temizlik yapılmadı.bana o kadar güzel tavsiye edildiği için elbette biraz hayal kırıklığına uğradım. yemeklerde çok vasattı. ama sonra öğrendim ki bu sene genç bir çift işletmesini almış ve üstelik hemen fiyat farkı da koymuş. bir sürü eleman çalıştırmalarına rağmen ( kendileri de bu arada sürekli çay kahve ve muhabbet ederek yoruluyorlardı) yeterince düzen koyamamışlardı. kimle konuştuysam hep geçen senelerde çok daha iyi olduğunu söyledi.. yazık olmuş otele.
sonuç olarak can her zamanki gibi süper eğlendi. daha kapıdan içeri girer girmez arkadaş edindive benim için de en önemlisi buydu. bol bol balık ve yengeç gördü. köpek sevdi. ağaçlara tırmandı.















































































































maalesef düşündüğümüzden erken dönmek zorunda kaldık çünkü şansımızdan inanılmaz korkunç bir rüzgar çıktı. konuştuğumuzu bile anlayamaz duruma gelmiştik.

dönüşte korktuğum başıma geldi ve benim bücür bir saniye oturmadı!




















sonuç olarak yakın yerler için de erdek çok güzel bir alternativ. onu artık öğrendik:)

16 Eylül 2008

sondan başa...

gezi yazılarımızı sondan başa olarak yapmaya karar verdim ve ağustosun son haftasında ailecek bulunduğumuz çeşme ile başlıyayım dedim.
aslında ilk hedefimiz datça idi. datça - çeşme arası epey bir yoğun çekişme sonrasında daha yakın olduğu için çeşmeye karar verdik. bilinen oteller yerine internette ve özellikle de bloglar arasında tavsiye edilen otel veya pansiyonları araştırmaya başladım. maalesef çok fazla seçenek bulamadım. otel/pansiyon veya apart olarak çook seçenek vardı, ama olumlu yazıların olduğu bir yer bulmakta zorlandım. sadece bloglardan birinde çeşme çiftlikköy'deki hotel sea'ye rastgeldim ve buraya gitmeye karar verdik.

pazartesi sabah erkenden yola çıktık. yollarda kalabalık olmadığı ve fazla da oyalanmadığımız için öğleden sonra çeşmeye vardık. otelimiz çeşme merkeze 5-6 km uzaklıktaki çiftlikköy'deydi. gördüğümüz kadarıyla yeni yeni gelişen , ancak çeşmede gezdiğimiz tüm yerler gibi tertemiz, elden geçirilmiş, özellikle de sahil kısmı yenilenmiş bir yerdi. otel, kendi çapında tertemiz, fazla lüksü olmayan, bakımlı bir bahçesi ve havuzu olan bir tesisti. benim için en önemli olan ise odaların her gün temizlenmesiydi. bilirsiniz, genelde bu tarz yerlerde yerleştirildikten sonra kimse uğramaz odalara. sahibesi tatli dilli, çok hoş bir kadındı. benim oğlan bol bol muhabbet etti :) ancak kötü tarafı denize sıfır olmaması ve bulunduğumuz yerdeki denizin/ sahilin de taşlı ve dalgalı olmasıydı. bir gün haricinde hep bir yerler taşınmak zorunda kaldık.


odaya valizleri bıraktıktan sonra kendimizi havuza attık. genelde kalan herkes sabah çıkıp akşam döndüğü için havuz hep tenhaydı. can hiç beklemediğimiz kadar rahattı büyük havuzda. hatta küçük havuzu "bu bebekler içinmiş" diyerek reddetti:) güzel güzel kulaçlar attı ve gerçekten de ilerliyordu. ama en büyük problemimiz adamı suyundan içinden çıkaramamak oldu.. hatta biz olmadığımız zaman bile simitini alıp büyük havuza atlıyordu. maalesef kolluklara alıştıramadık. yine tek başına kendini suya attığı bir anda simit kolundan kaydı ve ilk boğulma tehlikesini atlattı ! onu hemen sudan çekip çıkardım, birkaç dakika kucağıma yumuldu ama bu durum uzun sürmedi. tüm itirazlara rağmen yine suya atlayıp durdu:) su kuşum benim.



bu hatunun ilerleyen günlerde başımızın minik belası olacağından bihaber güzel güzel muhabbet ederken...



balkondan etrafı keserken ve yeni arkadaşını pardon kardeşini ararken...



iki köpek, bir papağan ve bir sürü minik kuş kalıyordu bahçede. papağan can'ı her görüşünde çığlık basıyordu. benim hassas oğlum da bu duruma çok üzüldü.




bahçeden bir görüntü.. hatta deniz bile görülüyor:))

otelde oda kahvaltı olarak kaldık. mümkün doluğu kadar çok yer görmek için yarım pansiyon istemedik. akşamüstü toparlanıp ilk çeşme merkez gezimizi yaptık.



ilerleyen günlerde bu heykel ve etrafta fazlasıyla varolan tüm heykeller başımızın belası oldu. her geldiğimizde bunların önünde resim çektirmek ya da kendi çekmek istiyordu.




bayıldığım yerlerden biri de buydu. burası oda şeklinde bir dolmuş durağıydı. ve içerisi buz gibiydi !! ben ilk defa gördüm. ama sanırım istanbulda da varmış bundan birtane. her gelişimizde ziyaret ettik:)



e yol yorgunluğunun üstüne havuz keyfinin sonucu:) baygın bir cano:)

2. gün

otel sahibesinin tavsiyesiyle Altınkum plajına gidelim dedik. otele 1 km kadar uzaklıktaydı. pılımızı pırtımızı topladıktan sonra heyecanla düştük yollara. sahile dönüşte gördüğümüz ilk şey ise tüm keyfimizi aldı götürdü. yol boyunca koca koca duvarlarla güzelim denizin görüntüsünü kapayan şu ünlü beachclublarla karşılaştık. kapısında koca bir bodyguard ve okkalı bir fiyat listesi ise.. yılmadık devam ettik, ama maalesef şöyle güzelim bir halk plajına denk gelemedik. oysa biz herşeyimizi arabamızın arkasına koymuştuk. aslında olay para meselesi dedeğildi. bizim çok sinirlendiğimiz güzelim plajların zaptedilmesiydi. maalesef diğer günlerde bunu çeşmenin hemen hemen her yerinde görecektik.
enikonu kendi halindeki bir lokantada karar kıldık. bir güzel otopark veşezlong parası bayıldıktan sonra kendimiz muhteşem ötesi bir denizin önünde bulduk. sevgili oğlumun her zaman erken kalkması sayesinde güne erken başladığımız için sabahın köründe bomboş bir sahilde istediğimiz yere kurulduk. sabahın erken saatleri olması sebebiyle de suyun serin olmasına rağmen benim canavar kendini suya attı ve tam 5 saat boyunca sudan çıkmadı. sadece arada bir gelip birşeyler tıkınırken gölgede dinlendi. ama haksız da sayılmazdı. bu denizden ben de çıkmaz istemezdim:)








otele dönüşümüzde çiflikköyün sokaklarından bir görüntü. genel olarak çeşme ve etrafında evlerde en çok hoşuma giden bahçelerdi. evler ikinci planda kalmıştı. koca koca palmiyeler, rengarenk sarmaşıklar, her yemyeşildi. yazlıklarda gün bahçede geçtiği düşünülürse bu bence en doğrusuydu.


akşama otelde yemeye karar verdik. saat 6 buçuk gibi aklanıp paklanıp bahçeye indik. orda yukarda bahsettiğim " kardeşini" görünce bizimkisi çok mutlu oldu ve hemen oynamaya başladılar. gerçi 5 dakika oynarken 10 dakika kavga ediyorlardı. biz anneler sürekli birilerini teskin etmeye çalışıyorduk. işte o an onların yemekleri geldi ve orda kiyamet koptu. onların menusunde balık vardı ve benim canavar ben de yiyeceğim diye kendi kendi ordan oraya atmaya başladı. tamam dedik, biz de söyleceğiz,bizim balıklar da birazdan gelir. ama hayır ısrarla kızın balığını yiyeceğim diye avazı çıktığı kadar bağırıyordu. biz de panik içinde adamı insanların masasından uzaklaştırmak için otelden çıktık. daha doğrusu kaçtık !!! :) çeşme'ye indik. bu bücürün sayesinde başımıza daha neler gelecek allah bilir. ama bu gecenin güzel bir sonu oldu ve o hırsla ve tam 40 dakika ağladıktan sonra koca bir çuprayı midesine indirdi:))onunla da bitmedi. sırasıyla dondurma, mısır ve bisküvi yedi :))
3. gün

üncü gün başta tereddüt etsem de sonrasında iyi ki gittik dediğim tekne gezintisini yaptık. saolsun yine otel sahibesinin tanığı olan bir tekneden bir gece önce bilet almıştık. sabah her zamanki gibi ilk biz indik kahvaltıya. bitimine doğru sevgili "kardeşi" geldi. e bizimkisi durur mu. hemen yan masaya komşu oldu. çenesiyle kızın kahvaltısını da engelledi:) deli inadı tutunca yine biz apar topar otelden kaçtık !ancak teknede bizi çok şaşırttı ve inanılmaz akıllı uslu kaldı. sadece bol bol dans etti, arka masadaki büyükanne ve dedelere sarktı ( onlar da dünden razıydı, bizden çok onların masasında oyalandı :) ), durduğumuz koylarda yüzdü ve hatta tavlada dondurma bile kazandı :))

her zamankinin aksine bana poz veren bir can :)

ünlü eşek adası..



tekneyi kolacan da etmek lazım..

e elbette tavla oynamak da gerekir. üstelik geminin kaptanıyla:)

akvaryum koyu. tarif edilemeyecek kadar temiz ve mavi..



teknenin en büyük süprizi bir zenne oldu. işte onun çıktığı anda can beyin şok hali:)

gerçekten tüm öğleden sonrasında herkesi inanılmaz eğlendirdi. e böyle bir durum videoya kaydedilir mi? elbette. ama maalesef defalarca uğraşmama rağmen blog videoyu yüklemedi:(
4.gün
maalesef oldukça bulutlu ve rüzgarlı bir gündü. bundan dolayı yakın çevrede kaldık. bol bol havuzda yüzdük. çiftlikköyü gezdik. etrafımızdaki otellere gizlice girip oyun parklarında eğlendik. merkezde köy kahvesinde koca bir pide ve peynir yedik. tüm güzel yemeklere bedeldi:)





can beyin objektivinden.
akşama ise çok övülen dalyanköydeki balıkçılara gittik ve inanılmaz derecede şişirilmiş bir hesap ödeyip kalktık. aslında etraftaki muhteşem ötesi teknelerden bunu tahmin etmeliydik:)

yine can beyin objektifinden..
5.gün
ılıca günü oldu. iyi ki de oldu. en sonunda istediğimiz gibi yayılabileceğimiz etrafımızda kimseciklerin olmadığı bir sahil. gerçekten hep söylendiği gibi miami sahilinden güzel. miami konsunda ben çok hayal kırıklığına uğramıştım.






İŞTE BU !:)

6.gün
nihayet gezinin en can alıcı ve en berbat geçen gününe geldik. bugün için alaçatıyı almıştık programımıza . ünlü cumartesi pazarını da görmek istiyorduk. ama maalesef o gün benim canavarın sabahın altısında ayağa dikilmesi ve bir daha da uyumaması nedeniyle korkunç huysuzluklar yaşadık. etrafta bir saat koşturmak dışında birsey yapamadık:( ama bu kısacık sürede bile buranın ne kadar özel olduğunu anlıyor insan. acaba hayalımdeki bahçeyi buralarda bir yerlerden alabilir miyim ?:) şehirde dolaşmaktan vazgeçip sahile indik.

ağıt figanın arasında çekebildiklerim..



can beyin objektivi.. adam ciddi ciddi yetenekli :)


maalesef değirmenlere ancak bu kadar yaınlaşabildik!






7.gün ve dönüş..

her güzel şey gibi bu tatil de çabuk bitti. biraz yorucu da olsa çok güzel kumsallarda bulunduk, tertemiz denizlerde yüzdük. bozcaada dan sonra gördüğüm en temiz denizdi.


hediye işimizi de halletik. e sakızlı ürünlerden almasak olurmuydu :)





assosta dağ başında elmayı hüpletirken....






kendilerine böyle uygun görmüş..



özellikle de bu tatilde "herşeyi ben yaparım" tarzı ayyuka çıktı. hatta lokantada onun için sipariş ettiklerimizi beğenmeyip siparişleri değiştiriyordu. onun için çorba sipariş vermişken mesela, o kalktı garsonun yanına gitti ve " ben pilav istiyorum" dedi. o da getirdi. bana da döndü" bak anne varmış pilav. sen bilmiyor muşsun " dedi. benim cevap mı : "peki oğlum" oldu:)


bu resimde de yine mısır seçiyordu !



bu kadar süre sabredip sonuna kadar okuyan arkadaşlara teşekkürler:)


sırada ağustosun 2. haftasında gittiğimiz erdek var...